Yeni Nesil Neye Oy Verecek?
Emre Erdoğan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Tuğçe Erçetin: Merhaba, “Seçmen Ne İster? “ podcast serisine hoş geldiniz. Serimize İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Emre Erdoğan ile devam ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz.
Emre Erdoğan: Merhabalar, hoş bulduk.
T.E: Hocam sizinle “Yeni Nesil ve Oy Verme Davranışı” üzerine konuşacağız. Öncelikle isterseniz “nesil kavramı” ile başlayalım. Nesil kavramı ne demek ve ne gibi nesillerden söz edebiliriz?
E.E: Bizim çok sık, belki de yersiz olarak kullandığımız kavramlardan bir tanesi nesil. Bunu kuşak olarak da kullanabiliyoruz. Farklı farklı anlamları var. Mesela bu farklı anlamlardan bir tanesi; anne, çocuk da bir kuşak, bir evde üç nesil yaşıyor dediğimizde üç ayrı insandan bahsedebiliyoruz. Burada bahsettiğimiz önemli bir tanım olabiliyor ama genel geçer tanım bizim ünlü sosyal bilimcilerden Mannheim'ın 1920’lerde ortaya atmış olduğu bir kavram. Burada nesil, “cohort” anlamına geliyor. “Cohort” demek, aynı anda doğmuş ve aynı tarihsel anlara şahit olmuş kişiler. Burada Mannheim tarihsel an kavramını çok ön plana çıkartıyor.
Özellikle 1920’lerde düşünüldüğünde Almanya’da bir Birinci Dünya kuşağı var. Ne demek bu Birinci Dünya kuşağı; muhtemelen 1900 doğumlular 18 yaşındayken Almanya’nın savaşı kaybettiğini görüyorlar, daha sonraki krizleri görüyorlar, böyle tarihsel anlara şahitlik ediyorlar ve o tarihsel anlar, insanlar arasındaki 1900 doğumlular arasındaki farklılıkları azaltıyor. Alt sınıftan olsun, üst sınıftan olsun; okumuş- yazmış fark etmeden etnik farklılıklar fark etmeden bir kuşakta o aynı tarihsel ana şahitlik etmiş kuşakta bir araya geliyorlar. Mannheim’in kavramı bu ve genel olarak da biz de Mannheim’ın kavramını kullanıyoruz kuşaklardan ya da nesillerden bahsederken.
Şimdi Mannheim’ın kavramı daha çok tarihsel anlara şahitlik etmek. Yani bizim hafızamızı oluştururken o tarihsel anın bizim dünyaya bakış açımızı belirleyici olması. Kafasındaki olduğunu düşündüğümüz şey Almanya'daki örnekler. Almanya'daki o nesil, daha sonra Hitler'in yükselişini ve İkinci Dünya Savaşı’nda da şahit oldu. Bu kavram biraz daha genişledi. Özellikle Inglehart ve diğerlerinin yaptığı çalışmalarda kuşak dediğimiz şey, farklı farklı değerlere sahip insanlar olarak tanımlandı. Yani o kadar farklı değerlere sahipler ki iki kuşak için iki ayrı gezegenden deme şansımız var.
Neden? Inglehart’ın teorisine göre, toplumsallaşma teorisine göre, insanlara insanların dünyaya bakış açısı 15-25 yaşlarında gelişir ve sabitlenir. 25 yaşından sonra dünyaya aynı gözlüklerle bakmaya başlarsınız. Yeni bir şey öğrenmek çok kolay olmaz. Önünüze çıkan bütün olayları da o dönemdeki sosyalizasyonunuzu nasıl geçirdiyseniz o şekilde değerlendirirsinzi. Inglehart bunu söylediği zaman bir bolluktan bahsediyor. Yani siz sosyalizasyonunuzu bolluk içerisinde geçirirseniz, 15-25 yaşınızı bu şekilde geçirirseniz, dünyanın geri kalan zamanında benzer bir bollukla geçeceğini düşünür; davranışınızı da öyle biçimlersiniz. Kıtlık ile geçirirseniz biraz daha kendinizi korursunuz.
Bu ilk ortaya çıktığında böyle bir yaklaşımken biraz daha genişledi. Burada bolluk ya da kıtlık sadece maddi olanakların az ya da çokluğuna işaret etmiyor. Mesela Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra bu ülkelerde yaşayan komünist ülkelerde yaşayan insanların daha farklı değerlere sahip oldukları görüldü. Onların kıtlık içerisinde yaşadığı düşünülüyordu. O ülkelerde ceplere giren para çok fazla değildi ama daha özgüvenli oldukları ve post-materyalist değerleri daha fazla oldukları söyleniyordu. Bunun sebebi araştırıldığında şu ortaya çıktı; o ülkelerde insanların cebinde para yoktu ama işsiz kalma sorunları yoktu; eğitime erişim sorunları yoktu; konut sorunları yoktu; sağlık hizmeti sorunları yoktu. Dolayısıyla kendilerini güvencede hissediyorlardı. Güvencede hissettikleri için de daha farklı değerlere sahip oluyorlardı. Çünkü Inglehart’ın teorisi şunu demekte, sosyalizasyon döneminizde, büyüme döneminizde ne kadar bolluk içerisindeyseniz kendinize o kadar fazla güvenirsiniz ve o kadar daha fazla post-materyalist, maddiyatçı olmayan değerlere sahip olursunuz ama büyüme döneminizde, sosyalizasyon döneminizde kıtlık içinde büyümüşseniz daha materyalist olursunuz diye bir başlığı vardır. Daha sonra bu teori daha da karmaşıklaştı ve gelişti ama genel olarak açıklama bu. Nesiller arasındaki farkları da insanların kıtlık ya da bolluk içerisinde büyüyüp büyümemeleri de etkiliyor. Sadece şahit oldukları tarihsel anlar değil, sosyalizasyonlarını yaptıkları toplumun objektif koşulları da etkiliyor. Bunu da not olarak eklemek lazım.
T.E: Hocam, nesil kavramı dediğimizde farklı anlamları olduğundan, yani anne, çocuk veya “cohort” gibi ya da farklı yaklaşımlardan bahsettiniz. Buradan devamla şöyle de sorabilirim: Nesiller arasında oy verme davranışı farklılıkları var mı? Ve tabii eğer bu tür farklılıklardan bahsediyorsak aslında ne gibi farklılıklar sorusunu da sormak istiyorum.
E.E: Aslında nesil kavramı üzerine düşünürken mutlaka vurgulamamız gereken şey, bunun evrensel olup olmadığı. Şimdi sık sık konuşurken “Z kuşağı böyle oy veriyor, Y kuşağı böyle oy veriyor” gibi kavramlardan bahsediyoruz. Aslında bunlar Amerikan tipolojisi. Yani Amerika Birleşik Devletleri'nin kendisine özgü tarihsel gelişiminin bir parçası olarak bu kuşakların var olduğu söyleniyor. Amerika Birleşik Devletleri'nde mesela 1945 sonrası doğmuş olan “babyboomer” dedikleri bir kuşak var. O kuşağın en büyük özelliği bütün olanakların çok fazla olduğu bu dönemde doğmuş olmaları. Nasıl olanaklar? Eğitim olanakları çok fazla, ücretsiz eğitim, toplumsal hareketlilik çok fazla, Amerikan ekonomisi büyüyor, iş olanakları çok fazla. Toplumsal hareketlilik var, alt sınıftan üst sınıflara gidebiliyor. Bu tür koşullarda büyüdükleri için de daha büyük, daha genişlemeci ve daha konformist bir dünya olduğunu düşünüyorlar. Bunlar daha sonra 1968’de sağı solu yakan kuşağa dönüşüyor. Böyle bir beklentileri olduğu için bu önemli bir şey. Başka Amerika Birleşik Devletleri'nin örneğinden gelebilecek sayabileceğimiz kuşaklardan bir tanesi X kuşağı. Bu X kuşağı 1965-76 doğumlularmış, orada düşük nüfus artışı var. Dolayısıyla eskisi kadar kalabalıkla uğraşmıyor, daha fazla eğitime erişebiliyorlar ve o eğitim sonucunda da daha kendilerini güvende hissedebiliyorlar. Bunları takip eden kuşak için farklı isimler veriyor. Bazıları Y kuşağı, bazıları da Milenyum kuşağı diyor. Buradaki en büyük farklardan bir tanesi enflasyon, işsizlik, petrol fiyatlarındaki artış, siyasal krizler, ekonomik krizler falan derken kendisine daha az güvenen bir kuşak oluşuyor ve bunların da dünyaya bakış açısı daha materyalist, daha korkarak bakıyorlar ve davranışlarını bu belirliyor. Son olarak Z kuşağı da deniyor, onlar biraz daha bilişim teknolojileri içerisinde doğmuş, çok yoğun olarak onu kullanan, dolayısıyla daha küresel vatandaş, küresel zevkleri olan çok farklı bir kuşağın geldiği söyleniyor. Bunlar arasında da oy verme farklılıkları olduğu söyleniyor.
Şimdi Amerikan tipolojisi geçerli mi? Onu sonraya bırakalım ama kuşaklar arası oy verme davranışı var mı dediğinizde iki şeyi birden görüyorsunuz. Bir kuşağa dahil olmak, o kuşağın maruz kaldığı objektif şartlara da dahil olmak demek. Yani kıtlık içerisinde büyüdüyseniz, onlar sizin siyasal değerlerinizi belirliyor. Siyasal değerleriniz de ister istemez kime oy vereceğinizi, kimden yana oy kullanacağınızı belirliyor. Kuşak farklılıklarının büyük olduğu yerde çok ciddi bir oy verme davranışı farklılığı görülebiliyor. Son dönemlerde yayınlanan bir çalışma bize şunu gösteriyor, genelde yaş arttıkça insanlar sağcılaşırmış. Kuşaklar arası böyle farklılık görmüyorlar. Yani yeni kuşaklarda yaş arttıkça o kadar da sağcılaşmıyorlar, onu da dahil oldukları kuşaktan kaynaklandığını düşünüyorlar. Kuşakları oy verme davranışı üzerinde etkili kılabilecek bir olay da şahit oldukları tarihsel olaylar. Yani Mannheim’a geri dönecek olursak, Birinci Dünya Savaşı olabilir, o etkili olabilir. 1968 kuşağı biz kullanıyoruz, 1968 olaylarına maruz kalmış diyelim, 20 yaşında oldular o zaman 46 doğumlu civarında olacaklar, onlar farklı olacaklar, işte Özal kuşağı o da olabilir. Hepsi belli tarihsel olaylara, tarihsel kurumlara şahitlik ediyorlar. O şahitlik ettikleri zamanda dünya görüşlerinin de bir kırılma oluyor. O doğrusallık bozuluyor, o da onları farklı insanlar hale getiriyor. Kuşak farklılıkları oy verme davranışında böyle de bir etki yapabilir, insanların maruz kaldıkları tarihsel olaylar onları farklı insanlar haline gelebilir. Mutlaka göz önünde tutmanız gereken şeylerden biri, korona virüs kuşağı dediğimiz kavram, yani korona virüs ve sonrasındaki tarihsel koşullara maruz kalmış, bugün 15-25 yaş arasında olan insanların dünya görüşlerinin nasıl olacağı konusunu düşünmemiz gerekiyor. Bu da önümüzdeki dönemde oy verme davranışı üzerinde etkili olabilir çünkü değerleri ve dünya yorumlamaları farklı olacaktır muhtemelen.
T.E: Hocam, peki Türkiye'nin nesillerini biraz açabilir miyiz? Türkiye'deki nesiller neler?
E.E: Bu zor bir soru çünkü böyle düşündüğümüz zaman, Türkiye'de de diğer kuşakların olduğu varsayılıyor. Baktığınız zaman sürekli X, Y, Z, Milenyum kavramlarından bahsediliyor. Z kuşağı nasıl oy verecek, ondan bahsediliyor ve bütün bunlara bakıldığı zaman da Amerika Birleşik Devletleri'ndeki kuşakların burada olduğu da varsayılıyor, bu ciddi bir sorun. Çünkü tarihsel olarak bizim kuşaklarımız, bizim büyümemizin şartlarıyla Amerika Birleşik Devletleri'nin aynı değil. Bu da zaten ilginçtir, ülkelere özgü kuşak çalışması çok fazla değil. Bir Avrupa’ da bir çalışma yapıldı; Brezilya'da yapıldı, sayıları çok az. Dolayısıyla ülkenin kendisine özgü kuşakları olduğu meselesi bir tartışma götürür. Burada iki yaklaşım var. Yaklaşımlardan biri diyor ki; küresel faktör o kadar etkili ki ülkeler arasındaki farkları yok ediyor. Dolayısıyla küresel kuşaklardan bahsedebiliriz diyor. Diğeri de ülkelerin kendi dinamikleri de göz önünde tutulduğu için kuşaklar farklılaşabilir diyor. Bir de üçüncüyü eklemek lazım. Kuşaklar dediğimiz şey ülke içerisinde de farklılık gösterebilir. Bu bahsettiğimiz küresel koşullara bağlı olarak. Türkiye'nin nasıl kuşakları var dediğimizde, bizim üzerinde çalıştığımız ve birlikte Mayıs ayı içerisinde açıklamayı planladığımız çalışma, farklı tarihsel konjonktürler olduğunu söylüyor. Bu farklı tarihsel konjonktürlerden bir tanesi; ekonomik büyüme. Türkiye tarihinde farklı ekonomik büyümeler yaşandı. 1950’lerde daha yüksek bir ekonomik büyüme, 1960’larda daha da yüksek ondan sonra 70’ler dalgalı, 80’ler ve 90’lar olarak bir farklılaşma görebiliyoruz. Önemli faktörlerden bir tanesi eğitime erişim; Türkiye'de eğitime erişim lineer olarak artıyor, her gün artıyor ama kırılmalar var. Bir 70’lerde kırılma var, bir 80’lerde, bir 2000’lerde yaşanan bir kırılma var. Bu çok çok önemli. Neden? Çünkü eğitim olanaklarının artması sadece o nesli değil, daha sonraki nesilleri de etkiliyor. Çok basit bir örnek verecek olursak, annesi üniversite mezunu olanların oranı on yılda çok çok fazla arttı. Orada demek ki farklı haneler var. Önemli faktörlerden bir tanesi de tabii ki iletişime erişim; iletişim çok etkileyici bir şey, Türkiye’de interneti olan bundan otuz sene önce ya da çok sınırlı bir erişim varken şu anda herkesin cebinde var. Demek ki bu kuşaklar bunlara daha fazla erişebiliyorlar, daha farklı dünya görüşlerine sahip olabiliyorlar. Türkiye'yi de basitçe kuşaklar şunlardır, demek çok kolay değil çünkü kuşak kırılımları da önemli çünkü doğduğu yüzyıl yıla göre şu ya da bu kuşakta olabiliyorsunuz. Dolayısıyla herkes her kuşaktan biraz nitelik taşıyor. O kuşaklara aidiyet taşıyor. Bir de hep aynı yıllar arasında doğmuş olanlar, yani bir 2000 ile 2006 arasında doğanların hepsi aynıdır demek de çok iddialı olur. Çünkü insanların objektif koşulları etkiliyor. Şunu söylemek lazım, Türkiye'de küreselleşmiş iletişim olanaklarına erişmekten dolayı diğerlerine benzemiş bir kuşağın varlığından bahsedebiliriz. Buna Z diyebilirsiniz, Milenyum diyebilirsiniz ama böyle bir kuşak var ve o diğerlerinden farklı. Niye farklı? Bir, ebeveynlerinin eğitimi çok farklı, kentlerde yaşamı çok farklı, maruz kaldıkları iletişim olanakları çok farklı. Baktığınız zaman göreli bir istikrarla, siyasi ve ekonomik dönemden geçmiş durumdalar. 15 yaşı lütfen hatırlayın. 15- 20 yaştan bahsediyoruz. Yani dünya görüşleri biraz daha farklı ve biraz daha diğer ülkelere benziyorlar. Bu açıdan bir Türkiye'nin kendisine özgü kuşaklarında diğerlerine en fazla benzeyenin bu yeni gelenler olduğunu söylemeniz lazım. Çok çok önemli şeylerden bir tanesi de şu; homojen bir şey yok. Sadece siz yaş dilimine baktığınız zaman 18-24 yaş diline baktığınız zaman Türkiye'de bu yaşta dilimindekilerin büyük kısmının en fakir bölgelerimizde Doğu’da ve Güneydoğu’da yaşadığı ve o bahsi geçen bolluktan hiç nasiplerini almadıkları bilakis işsizlik, terör ve diğer güvencesizliklerle karşı karşıya kaldıklarını, o gençlerin büyük bir kısmının erkenden evlendiklerini de akılda tutmakta fayda var. Dolayısıyla hepsini havuza atıp Z kuşağı böyle Z kuşağı böyle oy verecek demektense, Z kuşağı diye anladığımız şeyden nasibini almış olanlar var; almamış olanlar var. Farklı şekilde oy vermelerini hazır olmamız gerekiyor diyebiliriz.
T.E: Sizi dinlerken birlikte ya da farklı tanıklıklarla beraber farklı toplumsal olayların ya da daha evrensel olayların, koşulların etkisini de düşündüm bir anda, pandemi veya farklı ülkelerdeki toplumsal koşullar gibi, belki biraz da bu çerçeveden de devam edebiliriz hocam. Çünkü bildiğiniz gibi önümüzde yeni bir seçim süreci olacak ve bu seçimlerde yeni nesillere dair çok sorular var. Peki sizce önümüzdeki seçimlerde yeni nesillerin nasıl oy vermesini bekliyorsunuz? Sizin değerlendirmeniz nasıl?
E.E: Öncelikle pek oy vermemelerini bekliyorum. Yani şu açıdan, büyük bir çoğunluğu oy verecek bunu buradan başlayalım eğer yaş dilimini sabitlersek. Türkiye'de geleneksel olarak sandığa gitmeme oranları %15’te ise burada %30 olacak ama mesela Fransa'da sandığa gidenlerin oranı %25-30’larda. Yani Türkiye'de oy verme oranı yüksektir. Sandığa gitmeyenler olacak, sandığa gidenlerin bir kısmı ebeveynleri gibi oy verecekler. Yani o sosyalizasyon nasıl yaptıkları, değerlerinin nasıl oluştuğu, huninin neresinde durdukları oy verme davranışlarını benzeyecek. Çok değerli bir hocamızın belirtmesine göre, %75 civarında bir oy geçişliliği var ebeveynden çocuklara, bunu akılda tutmakta fayda var. Bir kısmı da ebeveynleri gibi oy verecek, bir kısmı da kendi arzuları doğrultusunda oy verecekler. Şimdi gençliği böyle biz ikili bir değişken olarak görüyoruz. Gençsiniz ya da değilsiniz diye yok, gençlik aslında sürekli bir değişken; bir derece gençsiniz. O bir dereceyi de bizim kalıp yargılarımız belirliyor. O kafamızdaki gençlik mitine en uygun olduğunu düşünen insanlar biraz daha hareketlilik, biraz daha yeni fikirler, biraz daha fırsatların açılması Türkiye'deki en büyük sorunlardan biri o fırsatlar kapanıyor. O yüzden de gençler yurt dışına gitmeyi düşünüyorlar. Daha fazla kişisel özgürlükler, daha fazla küresel vatandaşlık gibi arzular taşıyacaklar bu kesin ve onlar o yönde oy verecekler ama aynı yaşta da daha fazla reaksiyonerlik, daha küreselleşme karşıtlığı, uluslararasılaşma karşıtlığı güdecek kişiler de var. Bu standart bir şekilde olmayacak ama bütün değişkenler kontrol edildikten sonra gençler arasında gözlemlediğimiz yani gençleri ailelerinden farklı kılan en önemli şeylerden bir tanesi; toplumsal cinsiyete bakış açıları, daha az muhafazakâr olmaları ve daha fazla toplumsal hareketlilik istemeleri. Ebeveynlerinden en büyük farkları bu, ebeveynleri daha çok disiplin vesaire isterken, burada özgürlüklerden ve kendini gerçekleştirmeden bahsediyoruz. Zaten bizim bu mesele günümüzde en önemli sebebi de hem öğrencilerimizde hem de iş arkadaşlarımızda genç iş arkadaşlarımızda gördüğümüz değer farklılıklarıyla bunun sandığa yansıması olacaktır ama dediğim gibi sandığa yansıması ne oranda olacaktır? Ebeveynleri gibi oy verenleri kenara bırakacağız. Sandığa gitmeyecek bir kesim var çünkü siyasetten umutsuzlar, siyasetin çözüm olmadığına inanıyorlar. Ortalama iki katı kadar olabilir bu yani 25 - 30 puana kadar yükselebilir. Onlar sandığa gitmeyecekler. Apati dediğimiz duygu hali içerisindeler. Geri kalanlarda bu hareketlilik, bu özgürleşme, bu fırsatlar söylemini gerçekçi bir şekilde ifade eden adaylara oy vermelerini bekliyorum.
T.E: Emre Hocam, bilgilendirici sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.
E.E: Ben çok teşekkür ederim.
T.E: ”Seçmen Ne İster?“ serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni konuklarımızla ve bölümlerimiz ile devam edeceğiz. Herkese iyi günler.
Meraklısına Önerilen Okumalar:
Inglehart, Ronald (1971). "The silent revolution in Europe: Intergenerational change in post-industrial societies. American Political Science Reviewi 65 (4): 991–1017.
Mannheim, K, (1952). The problem of generations” in P. Kecskemeti ed, Essays on the Sociology of Knowledge by Karl Mannheim. New York: Routledge & Kegan Paul.
Schewe, C. D. and Meredith, G. (2004)ç Segmenting global markets by generational cohorts: determining motivations by age. Journal of Consumer Behaviour, 4. 51–63.
Twenge, J. M., Campbell, W. K., & Freeman, E. C. (2012). Generational differences in young adults' life goals, concern for others, and civic orientation, 1966–2009. Journal of Personality and Social Psychology, 102(5), 1045.