Göçmenler ve Oy Verme Davranışı



Emre Erdoğan, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


Tuğçe Erçetin: Merhaba, “Seçmen Ne İster?” podcast serisine hoş geldiniz. Serimize İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Emre Erdoğan ile devam ediyoruz. Hocam hoş geldiniz.

Emre Erdoğan: Merhaba hoş bulduk.

T.E: Hocam bildiğiniz gibi dünyada artan göç akımları ve tabii beraberinde yeni koşullar da söz konusu oluyor. Tarihsel olarak baktığımızda da toplumsal değişmeler göçle birlikte gerçekleşebiliyor ve aslında bu değişimlerde kimi zaman riskleri de beraberinde getirebiliyor. Avantajları ve riskleri beraber düşünebiliriz tabii. Bu açıdan size sormak istediğim göçmenlerin varlığı, oy verme davranışını genel olarak etkiliyor mu ve tabii aslında hangi açılardan etkiliyor, bahsedebilir misiniz?

E.E: Tabii. Şu anda dünyamızın karşı karşıya kaldığı çoklu krizlerin en önemlilerinden biri göç krizidir. Çünkü şu anda milyardan fazla insan göçmen olarak başka ülkelerde, doğduğu ülkeden başka ülkede yaşıyor ve gelecekte bu sayının azalması için bir sebep yok. Hatta diğer krizler olan iklim krizi, siyasal krizler, ekonomik krizler vs. bunlar da insanlığın daha fazla göç etmesine yol açacak gibi gözüküyor.

 Bu durumda göçmenlerin gittikleri toplumlarda yarattığı en önemli şeylerden bir tanesi, insanların bir kısmının ve vatandaşların bir kısmının siyasal davranışlarını değiştirmeleri. Bunu biz zaman tarihsel olarak gördük. 19. yüzyılda da vardı, 20. yüzyılın ikinci yarısında yani göç dalgasının arttığı başka bir dönemde Güney Avrupa ülkelerinden kuzeye göç ettiklerinde, 1990’larda Sovyet bloğunun yıkılmasıyla o ülkelerden Batı'ya göç edenlerde ve bugünlerde de Afrika'dan, özellikle de Suriye'den ve Ukrayna'dan yeni bir akım olarak göç edenlerin yarattığı toplumsal gerilimler var. “Polonyalı tesisatçılar” metaforu İngiliz politikasında vardır, bu da ciddi bir şeydir. 

Göçmenlerin sayısının artması, çoğunlukla göçmen karşıtlığının da artmasına yol açıyor. Burada biz bir tehdit algısından bahsediyoruz genelde. İnsanlar, o ülkenin yaşayanları, yeni gelen göçmenlerin kendilerine tehdit oluşturduklarını düşünüyorlar. Bu tehdit sonucunda da onlara karşı olumsuz bir tavır benimsiyorlar. Ne tür tehditler var dersek; birinci sırada en basiti maddi tehdit. Gelen insanların orada yaşamakta olan insanların eriştikleri ekonomik faydaları azaltacağı düşünülüyor. Bu sadece insanların elde ettiği gelirlerle de ilişkili değil. Mesela iş olanakları da burada sayılması gereken tehditlerden bir tanesi, zaten genelde de böyle düşünülüyor. Yeni gelenler, göçmenler, diğerlerinin ellerinden işleri alıyorlar. 

Burada yine göz önünde tutulması gereken şeylerden bir tanesi sosyal hizmetlere erişim. Bugüne kadar genelde göç dediğimizde gelişmemiş ülkelerden, gelişmiş ülkelere, güneyden kuzeye, doğudan batıya göç olduğu için ve yeni gelenler gittikleri ülkelerde sunulmakta olan gelişmiş sosyal haklara da erişebildikleri için burada da bir rekabet söz konusu. Yani o ülkenin vatandaşlarına verilmekte olan sağlık sigortası, işsizlik sigortası ve benzeri hizmetler yeni gelenlere de veriliyor. Yeni gelenler de burada bu hizmeti aldıkları için hizmetin kalitesi düştüğü söyleniyor. Bizim sık sık duyduğumuz hastanelerde Suriyelilerin olmasından dolayı hizmetin kalitesinin düşmesi iddiası da bu örneklerden bir tanesi. Yani maddi tehdit ya da buna “gerçekçi tehdit” adı da veriliyor; sadece insanların cebine giren parayla ilişkili değil, aynı zamanda erişebildikleri sosyal hizmetlerle de ilişkili ya da iş bulma olanakları ve diğerlerine ilişkin. 

İkinci tehdit meselesine gelince de bu biraz daha güvenlikle alakalı bir şey. Yeni gelenlerin ülkeyi güvensiz kıldığı söyleniyor. Burada da iki tür güvenlikten bahsetmek lazım. Bir bildiğimiz sokakların güvensiz olması; yani yeniler geldikten sonra, “göçmenler geldikten sonra buraları güvensiz hale geldi, sokağa çıkamaz olduk” söylemini burada sık sık duyabiliriz. İkincisi de terör eylemleriyle ilişkilendirilen göçmenin varlığı; yani göçmenlerin gelmesiyle o ülkedeki terör eylemlerinin arttığı, insanların yaşamlarını tehdit altına alındığı söyleniyor. Bu da ikinci tür tehdit; buna güvenlik tehdidi adı veriyoruz.

 Üçüncü tür tehdit; biraz daha kültürel anlamda bir tehdit. Yeni gelenin geldiği ülkenin kültürüne zarar verdiği söyleniyor. Eskisi gibi olmadığı, homojenliği bozduğu, yüksek kültürü kirlettiği gibi argümanları sık sık duyuyoruz. Bu genelde göçmen karşıtlığını besleyen tehdit türleri. 

Tehditler bu şekilde olunca insanların da bu tehditleri oluşturanlara karşı olumsuz bir tavır benimsemeleri şaşırtıcı olmuyor. Bu olumsuz tavır basit bir dışlamadan, insandışılaştırmaya ve daha ileri olumsuz hareketlere kadar uzanabiliyor, şiddete kadar linçe kadar uzayabiliyor. Bu sık sık rastladığımız bir manzara. 

Peki bu durumdan kimler istifade ediyor? Bunu düşünmek lazım. Özellikle Batı’da ırkçılığın ve aşırı sağın yükselmesinde her zaman göçmenlere verilen bir görev oluyor. Çünkü bu tür hareketler çoğunlukla var olanların içinde bulundukları, öfkeden istifade ediyorlar. Yani daha ellerinden işleri alınan, güvenlikleri tehdit edilen, sokakta yürüyemez hale gelen ya da kültürleri tehdit altına düşen insanlar daha reaksiyoner bir tavır benimsiyorlar. Burada da reaksiyoner bir tavır benimsedikleri için de ortaya çıkan aşırı sağ ve faşist hareketlerde göçmenleri hedef gösterip kendilerine ciddi oranda oy devşirebiliyorlar. 

Yeni popülizmde yani son dönemlerde gördüğümüz popülizm de göçmen karşıtlığı önemli bir rol oynuyor. Bunun en önemli sebeplerinden bir tanesi 2008 sonrasındaki ekonomik krizden sonra ülkelerin eskisi kadar iyi olamaması ve refaha kavuşamamasından sorumlu tutuluyor göçmenler, bunu akılda tutmakta fayda var. İkincisi aslında popülizmin içinde olan anti-elitizm devreye giriyor. Şu soruyu soruyor sıradan bir Avrupa Birliği vatandaşı, “evet, buraya göçmenleri davet ettin; Suriyelileri davet ettin; evet ben işsiz kaldım. Kime sordun?” Avrupa Birliği'nin politikaları nedeniyle göçmenlerin Avrupa'ya geldiğini, ülkelerine geldiğini ve burada hem Avrupa Birliği bürokratlarının hem de yerli işbirlikçilerin bu işte olduğunu ve sorumlu olduğunu söylüyorlar. Bunun sonucu olarak da popülizmin önemli bir malzemesi olan Avrupa şüphecilik ile göçmen karşıtlığını bir araya getiriyorlar. Mesela bu da AFD gibi partilerde çok somut olarak ortaya çıkıyor. Hem göçmen karşıtı hem de Avrupa Birliği karşıtı olarak reaksiyoner bir şekilde oy toplayabiliyorlar.

T.E: Hocam, aslında siz göç ve göçmenlik üzerinden bahsederken sayı azalmayacak demiştiniz ve orada tabii başka yani krizler üzerinden söylüyorsunuz ama başka bir kriz daha var. Yani iklim krizinden bahsediyoruz ve oldukça göç sayılarını arttıracak unsurlardan biri. Belki bu yeni koşullarla büyük artışlar, beklenenden çok daha büyük sayıların artması yeni eğilimleri de beraberinde getirebilir. Bununla birlikte bahsettiğiniz üç tehdit var: ekonomik, kültürel ve güvenlik tehdidi ve her birini de sizin söylediğiniz AFD örneği gibi ya da Hollanda'da belki Özgürlük Partisi Wilders örneği gibi. Siyasi kampanyalarda oldukça araçsallaştırılan durumları da yaratıyor. Bunu biraz dünyadaki durum böyle dedik ve belki biraz Türkiye çerçevesinde bakabiliriz hocam yani Türkiye özelinde düşünecek olursak nasıl bir etki söz konusu olabilir?

E.E: Şöyle bir gerçekle başlayalım, Türkiye göç alan bir ülke ama ilk defa bu şekilde göç alıyor. Baktığınız zaman Türkiye'nin nüfusunun yüzde ikisi veya dördü yurt dışı kökenliydi. Başka yerlerde dolmuştu, göç ederek gelmişti. Ama bu insanlar Türkiye'nin hafızasında doğal coğrafyası olan Balkan’lardan, Kafkas’lardan ya da Irak’taki Türkmenler diyelim o tür yerlerden gelenler de yani tırnak içinde “Türkiyelilere” benzeyenlerdi gelenler. Dolayısıyla çok büyük bir reaksiyon yaratmadığını gördük. Esas bir 1990’ların başında bir göç dalgasıyla karşı karşıya kaldık Doğu Avrupa ülkelerinden ve 2010 itibariyle Suriyeli göçmenler geldi. Geçtiğimiz yazda da Afganlardan ve İranlılardan bahsetmeye başladık. Afganlar aslında 1980’lerin başında da gelmişti. Bu arada Türkiye'yi hedef ülke hâlinde tutan, yani “transit ülke” olmaktan çıkaran Afrikalı göçü de var. Yani transit göçten kastımız, gelip başka bir ülkeye geçmek isterler diye düşündüğün insanlar Türkiye'de yaşamaya başlıyorlar, dolayısıyla Türkiye göç alan bir ülke. Hem de farklı göç alan bir ülke. Üstüne üstlük burada ben göçmen diye bahsediyorum ama mülteci sayısı da Türkiye’de az değil. Dolayısıyla hem büyük göçmen hem de mültecilerin varlığı ülkemizde siyaseti etkiliyor. 

Aslında Türkiye'de her zaman yerli ile yabancı arasında bir gerilim oldu. Yani 1987 sonrasında çeşitli bölgelere yerleştirilen Bulgaristan göçmenlerine karşı bir olumsuz hava olduğunu hatırlayanlar mutlaka olacaktır. Ama esas bunun birikmesi ve ayyuka çıkması Suriyeli mülteci akımıyla oldu. 

Suriyeliler ülkemize kitle halinde geldiler. Şu anda 3.5 milyon ila 4.milyon arasında Suriyeli olduğu düşünülüyor. Sayısı değişebilir ve birçok yerde de biraz önce bahsettiğim tehditleri oluşturdukları üzerine neredeyse bir fikir birliği var. İşte tehlike oluşturduğunu düşünüyorlar, sosyal hizmetlerde rekabet oluşturduğunu düşünüyorlar, güvenliği tehdit ettiğini düşünüyorlar ve Türkiye kültürüne de zarar verdiğini düşünüyorlar ve böyle bir iklim var. Hangi çalışmaya bakarsanız bakın Türkiye'nin %70 ile %80’inde neredeyse partiden bağımsız olarak Suriyelilere karşı olumsuz tavır görüyoruz. Türkiye'de böyle bir potansiyel var. Peki bu potansiyeli kullanan bir parti var mı? 

Çok uzun süre “hayır” dedik. Buradaki en önemli sebeplerinden biri Türkiye'nin popülist partisi olarak bilinen AK Parti'nin göçmen karşıtı bir tavrı olmaması. Hatta göçmen konusunda da mülteci konusunda da kendi tabanını ikna edebilecek, “Ensar”” kardeşlik” söylemiyle insanları kendi tabanını göçmenlere karşı daha hoşgörülü davranmayı itmesi gibi bir iddiamız var. Öteki tarafta Türkiye'deki milliyetçilik ekseni öncelikle Suriyeli karşıtlığına karşı kurulmuş değildi. Türkiye'de milliyetçilik ekseni daha çok Kürt karşıtlığı üzerine kurulduğu zaman orada da bir reaksiyon yoktu ama genel olarak bir reaktif, özellikle beyaz yakalılarda, daha eğitimli kesimde, ülkenin batısında yaşayanlarda, muhtemelen de üçüncü tür tehditten, yani kültürel tehditten kaynaklanan bir tehdit algısı vardı. Bu kristalize olmamıştı, ortaya çıkmamıştı ama Zafer Partisi'nin ortaya çıkışı bunu gösteriyor. Zafer Partisi açıkça yabancı karşıtı, mülteci karşıtı, Suriyeli karşıtı bir söylemi güdüyor, bunun üzerine siyaset geliştiriyor, bunu iktidardakilerin ve muhalefettekilerin yetersizliği olarak çerçeveleyip sunuyor. Bazen abartılmış bir şekilde, bazen yanlış bilgilerle Türkiye'deki bu olumsuz kamuoyunu, olumsuz görüşleri oya tahvil etmek istiyor. Dolayısıyla göçmen karşıtlığında bu kadar iddialı bir parti olunca potansiyel olarak göçmen karşıtı tutumu savunabilecek ama diğer öncelikleri nedeniyle bu konuyla çok uğraşmayan partilerde buraya doğru hareket edebilirler. Bu söylemi benimsemeye başlayabilirler. Dolayısıyla Türkiye'de artık göçmen karşıtlığı bir konu olarak gündeme gelebilir.

T.E: Hocam önümüzdeki seçimlerin zaten sizin söylediğiniz gibi ana aktörlerinden birinin göçmenler ve onlar üzerinden kurulacak dilin olduğunu biliyoruz. Zafer Partisi örneği de biraz zaten bu şekilde düşünülebilir ve tabii Türkiye'deki partilerin göç konusundaki anlatısının da farklılaştığını görüyoruz. Seçmen davranışı açısından düşünecek olursak, önümüzdeki seçimlerde göçmenler özelinde nasıl bir değerlendirmeniz olur?

E.E: Türkiye'de önümüzdeki seçimlerde göçmen karşıtlığının kullanılacağı kesin. Mutlaka buna sahip çıkan Zafer Partisi'nin buna sahip çıkacağını zaten şimdiden söyleyebiliriz. Partiler ve adaylar olacak. Geçtiğimiz yerel yönetimlerde de çok iddialı bir iki aday vardı, çok başarılı olamadılar. Başka bir aday seçilirken bu kadar iddialı değil ama seçildikten sonra açıkça böyle bir tutum yaptı ve kamuoyunda da karşılığı varmış gibi gözüküyor. Şimdi buna sahip çıkan partiler, buna sahip çıkan adaylar bir tık öne çıktığı zaman biraz ön plana çıktığı zaman diğer partilerin de buna reaksiyon vermeleri kaçınılmaz. Şimdi Türkiye'nin bu ikliminde başta Suriyeliler, İranlılar ve Afganlar olmak üzere bu kişilere sahip çıkacak bir söylemi savunmak çok kolay değil. Bunu ben açıkça bunu savunan bir parti olacağını zannetmiyorum ama Zafer Partisi'nin söylemini tekrarlayacak o söylemi yeniden üretecek siyasi aktörler mutlaka olacak ve onlarla seçmenin kararını etkilemeye çalışacaklar. Seçmenin kararını etkilerken şu şekilde bir işlevi olacağını düşünüyorum. Genel olarak ülkenin kötüye gidişatından şikayetçi olan seçmenlere bunun sebebinin mülteciler ve göçmenler olduğunu söyleyerek onları ikna etmeye çalışacaklar. O zaman hem hoşnutsuzluğu arttıracaklar hem de hoşnutsuzluğun sorumlusu konusunda birilerini işaret etmiş olacaklar. Dolayısıyla, doğrudan olmasa bile dolaylı bir şekilde seçmenlerin davranışını etkileyecek. Tabii ki burada mutlaka göz önünde tutması gereken şeylerden bir tanesi mülteciler ve göçmenlerle ilgili çok fazla sayıda yanlış bilginin piyasada dolaşacağı, sosyal medyada sorumsuzca paylaşılacağı ve böylelikle de onlara karşı olan nefretin artacağı, bunun toplumsal barış açısından çok olumsuz etkileri olabilir. O da tabii ki seçim ortamını etkileyebilir.

T.E: Emre Hocam, aydınlatıcı sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

E.E: Ben çok teşekkür ederim.

T.E:“Seçmen ne ister?” podcast serimizin bu bölümünü de sonlandırıyoruz. Yeni bölümlerimizde tartışmalarımıza devam edeceğiz. Herkese iyi günler dileriz.


Meraklısına Önerilen Okumalar:

Erdoğan, E., & Uyan-Semerci, P. (2020). Scapegoats to be “served hot”: local perceptions about Syrians in a fragile context. Journal of Conflict Transformation & Security, 8(1), 28-54.

Erdoğan, E. (2022). Mülteci karşıtlığı kime oy kazandırır?. Medyascope.tv  https://medyascope.tv/2022/07/02/emre-erdogan-yazdi-multeci-karsitligi-kime-oy-kazandirir/

Fisunoğlu, A., & Sert, D. Ş. (2019). Refugees and elections: the effects of Syrians on voting behavior in Turkey. International Migration, 57(2), 298-312.

Stephan, W. G., Ybarra, O., Martnez, C. M., Schwarzwald, J., & Tur-Kaspa, M. (1998). Prejudice toward immigrants to Spain and Israel: An integrated threat theory analysis. Journal of Cross-Cultural Psychology, 29(4), 559-576.