Duygular Oy Vermeyi Nasıl Etkiler?



Cengiz Erişen, Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü


Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin “Seçmen ne ister?” podcast serisine hoş geldiniz. 

Serimize, Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Cengiz Erişen ile devam ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz.

Cengiz Erişen: Merhabalar.

T.E: Hocam, bildiğiniz gibi bu bölümde sizinle ‘Duyguların Seçmen Davranışındaki Etkisini’ konuşacağız. Öncelikle isterseniz duygu-akıl ikilemi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu soruyla başlayalım.

C.E: Teşekkürler Tuğçe Hanım. Öncelikle davetiniz için de çok teşekkür ederim. Güzel bir program olmasını diliyorum. Duygular üzerine doktora çalışmalarım boyunca ve sonrasında epeyce vakit harcadım. Son yıllarda çokça çalışılan bir alan, çok fazla ilgi uyandırıyor ve Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında gerçekten uygulamaları ve yeri her gün artarak ilerliyor. Tabii ki, teorik ve felsefik olarak geçmişe gidildiğinde duygu ve akıl ikilemi üzerine neredeyse bütün düşünürler çalışmış, kendilerini ifade etmişler ve farklı görüşler ortaya koymuşlar. Ve her zaman sanki duygu ve akıl birbirinin tersi, zıttı gibi düşünülmüş. Yani aklı kullanıyorsanız, ki bunun bilimsel anlamdaki değerlendirmesi de biliş olarak geçiyor, bunun duygudan uzak olması, farklı olması gerekir gibi düşünülmüş. Aristo ve Plato’dan neredeyse Fransız İhtilali ve Aydınlanma dönemine kadar hep aklın önemli olduğu duyguların, bazı yazarlar düşünürler dışında Aristo başta olmak üzere, gerekmediği ve hatta insanların davranışlarını olumsuz etkileyebildiği söylenilmiş. Aydınlanma döneminin en önemli parçası da bu rasyonellik, faydacılık, rasyonel seçim teorisinin ortaya sunulmasıyla başlıyor ve duygular hâlâ ortada yokmuş gibi ve özellikle insan davranışında rasyonel seçimlerde duyguların olmaması gerektiği savunulmuş. Fakat, tabii ki bu durum, bilim ve teknoloji ilerledikçe özellikle 18., 19. ve 20. yüzyıl içerisinde Psikoloji disiplinin de kuvvetlenmesi ile duyguların aslında aklın (ve akıl olarak nitelendirdiğimiz bilişin) önemli bir parçası olduğu ve bilişten de çok ayrıştırılamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu durumu da hem fizyolojik açıdan görebiliyorlar hem de yapılan davranışsal çalışmalarda bu durum çok net bulunuyor. O nedenle özellikle davranışsal akımın sosyal bilimler içerisinde etkili olması ve sinir bilim çalışmalarında FMR makinelerinin kullanılmaya başlanmasıyla fizyolojik olarak biliş ve duygunun bütünleşik hali görülmüştür. Yani, beynin içerisinde karar alma süreçlerin nasıl işliyor? Duygu varsa süreç içinde bu beyinde nerede bir değişiklik gösteriyor? Çalışmalar göstermiştir ki gerçekten akıl/biliş dediğimiz şey duyguları da içinde barındırıyor. Bilişsel süreç, yani bizim baz aldığımız temel kararların hesaplama sürecinde, duyguların da çok büyük rolü var ve bu ikisi birbirinden çok da ayrıştırılamayacak seviyede. Bu nedenle de duygular aklımızın önemli bir parçasını oluşturuyor. O nedenle biliş ve duygu birbirinin zıttı değil, tam tersi, bu kavramları birbirini besleyen iki önemli parça olarak düşünebiliriz.

T.E: Bu iki önemli parçanın sürecinden bahsederken aslında duyguların olmaması gerektiği savunulurken, biraz da Psikoloji alanının da etkisiyle bilişin önemli bir parçası olduğunun anlaşıldığını vurguladınız. Belki buradan devamla duyguların önemini de sizinle konuşabiliriz. Özellikle kritik dönemlerde, kritik dönemlerden kastım belki farklı türdeki krizler, referandum, seçimler gibi biz seçmen davranışı ve Türkiye'ye dair geleceğiz ama bir başlangıçta duyguların rolü nedir, önemi nedir? Bu kritik dönemlerde hangi duygular daha çok ön plana çıkıyor? Biraz onu açabilir misiniz?

C.E: Tabii, yani kritik dönemler çevresel etkiler olarak düşünülebilir. Duygulardan arındırılmış bir insan düşüncesi söz konusu değil olmadığı için, aslında duygularımız her zaman var; dışarıda araba kullanırken de var, derslerimize girip öğrencilerimize konuşurken de var, ailemizle birlikte otururken de var. Yani hayatımızın her anında, her parçasında var. Bunun ötesinde siyasal süreçlerle ilgili, siyasetle veya uluslararası ilişkilerle alakalı herhangi bir durumda elbette duygularımızın etkisi söz konusu. Bilgi alımında da etkili. Kritik dönemleri düşündüğümüzde ise çevresel bazı etkileri hatırlamamız gerekiyor. Beklenen veya özellikle de beklenmeyen, aniden gelişen kritik durumlarda duygular çok daha etkili olabiliyor. Kritik durumlar dışında gün boyu veya normal dönemlerde duygular zaten kendi işlerini yerine getiriyor. 

Bir de özellikle kampanya dönemlerinde duyguların etkisi davranışlarımız üzerinde daha da etkili hale gelmektedir. Kampanya dönemlerinde en büyük fark çok fazla bilgi akışı olmasıdır. İnsanlar seçimlerle alakalı sürekli bir yerden bilgi alırlar; liderlerin söylemlerinden, etraflarında konuştukları insanlardan gelen bilgiler, okudukları ya da izlediklerinden, ki günümüzde sosyal medyayla bu çok daha farklı bir şekilde işlemeye başladı. Eskiden daha fazla grup/halk olarak işleyen süreçler, bugün artık kişi bazlı durumlar üzerinden ilerliyor . O nedenle kampanya dönemlerinde, kritik dönemlerde; işte bu savaş olabilir, çatışma olabilir, ekonomik sıkıntılar, sosyal sıkıntılar, kültürel değişimler bunların hepsi kritik dönemlerde, duyguların hepsi çok daha fazla davranışlarımız üzerinde rol oynayabiliyor. 

Tabii ki, çok farklı duygu durumları olabilir. Farklı teorik yaklaşımlar mevcut ama en basit anlamda anlatmak gerekirse üç temel duyguya, boyuta yerleşiyor denilebilir; ki bunların üçü de insanların sahip olduğu temel duygular olarak nitelendirilebilir; birincisi korku, ikincisi öfke, üçüncüsü ise umut. Birbirinden ayrıştırmak gerekirse, korku ve öfke; iki olumsuz ya da negatif duygu olarak tanımlanır, umut ise; olumlu pozitif duygu olarak tanımlanır. Ancak korku korumayı veya korunmayı ortaya çıkarırken, öfke ise cezalandırmayı veya hesap kesmeyi, bir şey yapmayı davranış olarak ortaya çıkarıyor. Yani, iki olumsuz duygu olmasına rağmen ikisinin davranışsal çıktısı birbirinden farklıdır. Bunlarla beraber umut da güvenin olduğu her şeyin yolunda gittiği ve geleceğe yönelik özellikle bir pozitif olumlu değerlendirme olma niteliğini taşıyor. Bu üç duygu özellikle seçim ve kampanya dönemlerinde çok etkilidir. 

T.E: Peki Hocam, bu bahsettiğiniz özellikle o bir şekilde olumlu ve olumsuz olarak da ayırdığınız duygular, seçmenin oy verme davranışını nasıl etkiliyor?  Korku, öfke ve umut olarak ayırdınız, belki biraz bunun nasıl etkilediğine dair de konuşabiliriz.

C.E: Daha önce belirttiğim gibi, duygular bizim her kararımızı, her değerlendirmemizi etkiliyor. Tabii, burada şimdi çıktının, yani karar, davranışın bazı türleri var ama bunun dışında düşüncelerimiz de var. Yani A objesi hakkındaki düşüncelerimiz, A partisi hakkındaki tutumlarımız, o partiyle alakalı veya başka partilerle alakalı tercihlerimiz veya davranışlarımız; bunların hepsi birbirinden farklı çıktılar. Bu çıktıların hepsinde duyguların yeri ve önemi bulunmakta. Oy verme bu durumlardan sadece bir tanesi ve demokratik çerçevede en önemli görev; bir vatandaşlık görevi olarak da tanımlanıyor. Demokratik olarak da önemi çok büyük ve tabii ki duygular sadece bir çıktı olarak oy vermeyi düşünürsek, bu durumun üzerinde de etkisi var. Negatif ve pozitif olarak düşünüldüğünde en basit açıdan bakarsak; hangi obje siyasal olarak siz de pozitif duyguyu, umudu arttırıyorsa siz o objeye doğru yaklaşıyorsunuz. Yani ona oyunuzu veriyorsunuz, beğendiğinizi desteklemiş oluyorsunuz bir nevi; ama negatif duygudan bahsediyorsak yine burada iki türlü duygu söz konusu, öfke veya korku. Hangi obje sizde korku uyandırıyorsa ondan uzaklaşıyorsunuz, keza öfke uyandırıyorsa yine uzaklaşıyorsunuz. Öfkenin etkisi bu çerçevede uzaklaşma miktarı olarak korkudan her zaman daha kuvvetlidir ama korku uyandıran başka bir obje varsa bu sefer de korkan kişiler her zaman en yakın, sağlam liman olarak görünen yere ya da kişiye doğru yaklaşıyorlar ve bu genellikle de hâlihazırda yönetimde olan hükümet, lider oluyor. Ancak bu obje sizde öfke uyandırıyorsa, ve bunu uyandıran durum da yönetimle alakalı ise veya yönetimde olan kişi ise, siz de tepki oyu üzerinden yönetimi bir nevi cezalandırıyorsunuz. Ama buna kıyasla yönetimde olmayan obje sizde öfke uyandırıyorsa, bu sefer de o objeden daha fazla uzaklaşarak yönetimdeki partiye veya lidere doğru yaklaşıyorsunuz. 

Biraz netleştirmek gerekirse, birincisi, olumlu duygu uyandıran her objeye insanlar yaklaşıyor. Bu obje siyasal parti olabilir ya da siyasi lider olabilir. Bunun dışında o liderin uyguladığı politikalar, söylemi vesaire diye birleştirebilir ama iki temel obje, parti ve lideri olarak düşünülmektedir. Pozitif duygu uyandıran her şeye doğrudan insanlar yaklaşıyor ki bunun üzerine çokça çalışma da mevcut. 

İlginç olan durum ise, duygusal polarizasyonun açıklanmasında duygular üzerinden tepki oyunun açıklanmasıdır. Yani, insanların beğenmediğinden kendisinde öfke uyandıran objeden uzaklaşma miktarı, beğendiğine yaklaşma miktarından çok daha kuvvetli. Bu nedenle kişi kendisini öfkelendirenden uzaklaşırken başka bir tarafa çoğru çekilmiş oluyor. Eğer sistemde dört parti varsa ve dört grup da birbirinden eşit uzaklıkta ise ve birbirini desteklemiyorsa, ortada kareye benzer bir şekilde oluşuyor. Bu durum da her grubun aslında birbirinden polarize bir şekilde uzaklaştığının göstergesidir. Tabii ki, bu durum iki partiye inerse, bu sefer de seçmen ortadan bölünüyor. 

Bu durumun bir örneği İstanbul’da yaşadığımız ikinci seçimlerindeki tepki oyuydu. Birinci seçimde çok az olan fark, ikinci seçimde çok yüksek bir farka açıldı. Burada aslında seçmen belki de İmamoğlu’nu çok beğendiği için değil ama, ki bunun çalışılması lazım, tepki oyu nedeniyle haksızlığa uğradığını düşünerek seçmenler İmamoğlu’na daha fazla oy vermiş olabilir. Duygular üzerinden bu sonucu açıklığa kavuşturabiliyorsunuz. Bu bağlamda, anahtar olarak kullanıldıkları için duygular, davranıştan veya davranışsal gözlemden hemen önce geldikleri için, bir, değişebiliyorlar, iki, kuvvetli şekilde sizin açıklamak istediğiniz davranışı netleştiriyorlar. Bununla birlikte, konu oy verme olduğunda, diğer faktörlere kıyasla ki genellikle akademide bu faktörler çokca tercih edilir, örneğin; demografik faktörler, yaş, cinsiyet, gelir seviyesi, eğitim seviyesi gibi veya ideolojik tercihler yani sol, sağ, liberal muhafazakâr olarak nitelendiriliyor, bu faktörlere kıyasla duygular çok daha kuvvetli bir şekilde oy verme tercihlerini etkileyebiliiyor. Bu konuda benim de yaptığım bazı çalışmalar var -- ve bu kısmı önemli --  oy verme demokratik anlamda en önemli davranışsa, bu davranışın neden-nasıl gerçekleştiğini anlamak için de doğru anahtarları ve tercih araçlarını kullanmanız gerekiyor. Bu açıdan da duygular bize önemli bir açıklama imkânı sağlıyor diyebiliriz.

T.E: Hocam, bildiğiniz gibi bir yandan da kritik bir seçim dönemine giriyoruz. Önümüzdeki seçimlerde hangi duyguların etkili olmasını bekliyorsunuz? Siz dediniz aslında biraz kampanya buna seçim dönemlerinden ziyade kampanya olarak bahsetmek gerekiyor. Biraz belki kampanyayla daha çok şekillendirilecek ama gördüğünüz kadarıyla önümüzdeki seçimlerde duygular sizce etkili olacak mı? Eğer olacaksa nasıl olmasını bekliyorsunuz?

C.E: Söylediğim gibi duygularımızdan arındırılmış bir hayat söz konusu değil. Siyasal davranış çerçevesinde de duygularımız bizi her gün, her an etkileyecek. Kampanya dönemlerindeki bilgi akışı çok fazla siyaset odaklı olduğu için her ülkede; bu böyledir. Bu nedenle de, düşüncelerimizi veya davranışlarımızı duygularımızdan ayrı düşünemeyiz. Peki hangi durumlar aslında duyguları daha fazla hareketlendirebilir? 

Bir, tabii ki siyasi liderlerin konuşmaları. İnsanlar elbette televizyon izleyecek, sosyal medyaya bakacak, radyodan haber alacak, başkalarıyla siyaset konuşacak ama konu dönüp dolaşıp her zaman ana kaynak olan siyasi liderin ne söylediğine gelecek. Bu kişi hükümet lideri de olabilir, muhalefet parti liderleri de olabilir veya işte Türkiye'de olduğu gibi iki ayrı koalisyon varsa koalisyon içerisindeki liderlerin söyledikleri de olabilir. Hepsinin ne söylediği, doğrudan hangi duygunun hareketlendirileceğiyle alakalı olabilir.

İkincisi ise çevresel olaylar ki bunlar yurt içi ve yurt dışı olarak tanımlanabilir. Yurt içinde olacak herhangi bir kaos, kritik bir durum veya tehdit oluşturabilecek ortamlar, terörist saldırı olabilir, doğal afet veya ekonomik bir kriz olabilir, bunların da tabii ki doğrudan yurt içindeki süreçlere etkisi oluyor. Örneğin, saldırı yurt dışından gelen bir durumsa hemen yine hâlihazırda kuvvetli olan lidere doğru yaklaşma söz konusu olur ama saldırı içeride veya durum içerideki bir sorumluluk ile alakalıysa, bu sefer hâlihazır yönetimde olan lider veya partiyle alakalı bir değerlendirme söz konusu olabilir. Yurt dışında herhangi bir olay olduğunda, örneğin Ukrayna krizi, bu durum daha çok yönetimde olan siyasilerin kararlarına bağlı olarak onları daha fazla etkileyebilir. Yurt dışında olan bir kriz yurt içinde bütünleşmeyi ve daha kuvvetli bir şekilde ‘bayrak etrafında birleşme’ gerekliliği uyandırdığı için yine seçmeni etkileyecektir. 

Bir de bunun dışında, Türkiye özelinde düşünürsek, ekonomik gidişat seçmeni doğrudan etkileyecek diye düşünüyorum. Bunun birinci parçası makro değişkenlerle alakalı; örneğin, borsanın durumu, enflasyon, işsizlik, iç-dış borç ya da dış ticaret açığı sayılabilir. Makro anlamda geçerli olan durumlar doğrudan insanları etkilemeyebilir. Bu durum ise mikro anlamda ekonomik etkileri göstermektedir. O da doğrudan seçmenin günlük hayatında yaşadığı enflasyonun mikro etkileri olarak düşünülebilir; alışveriş yaptığınızda ödediğiniz para veya geçtiğimiz yıla kıyasla şu anda hanenin ekonomik durumu, borçlarınız varsa bunları ne kadar kapatabiliyorsunuz veya kişisel bir yatırım yapmak istiyorsanız (ev ya da araba almak) bunu nasıl sağlayabiliyorsunuz? Bu çerçevede mikro ve makro ekonomik durumlar duyguların hareketlenmesine neden olacaktır ve bu da oy verme kararını etkileyecektir diye düşünüyorum.

T.E: Cengiz Hocam, değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Gerçekten çok bilgilendirici bir sohbet oldu. Tekrardan teşekkür ederim.

C.E: Ben teşekkür ederim.

T.E: “Seçmen ne ister?” serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni konuklarımızla ve diğer bölümlerle devam edeceğiz. Herkese iyi günler dilerim.


Meraklısına Önerilen Okumalar:

Erişen, C. (2013). Emotions as a determinant in Turkish political behavior, Turkish Studies, 14(1), 115-135.

Erişen, C. (2018). Political behavior and emotional citizen. Springer.