Medya Sistemleri ve Oy Verme Davranışı



Tuğçe Erçetin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


Emre Erdoğan: Merhaba, “Seçmen Ne İster?“ podcast serimize hoş geldiniz. Bugünkü konuğumuz İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Dr. Tuğçe Erçetin. Tuğçe, hoş geldin öncelikle.

Tuğçe Erçetin: Hoş bulduk hocam.

E.E: Hemen başlayayım, medya sistemleri nedir?

T.E: Hocam, medya sistemlerini açıklamak en önemli referansımız Hallin ve Mancini. Yazarlar üç farklı tipoloji geliştirdiler, bunlar liberal model, demokratik korporatist model ve kutuplaşmış çoğulcu model. Bu tipolojileri medyada profesyonellik, gazete endüstrisi, siyasi paralellik ve devlet kontrolü gibi faktörlerle birbirinden ayırıyorlar. Tabii her birinin ne olduğundan kısaca bahsetmek ve daha sonra etkisini konuşmak gerekir. Profesyonellik denildiğinde medyanın özerkliği, kurumsallaşma ve kamu için bilgi sağlama ve etik anlayış vurgulanıyor. Burada en dikkat çeken özelik, objektif haber üretiminin ve etik haberciliğin olması. Belirli parti veya temsilcilerinin konuşmalarını yeniden üreten – tekrar eden, haber içeriklerinin olduğu ülkelerde objektif haberciliğin olmadığını – kutuplaşmanın fazla olduğunu söyleyebiliriz İkinci boyut ise gazete endüstrisi, ticari basının varlığı ve baskı sayısı olarak açıklanıyor. Günümüzde farklı modellerde bu özellik açısından bir ortaklaşma olduğunu söyleyebiliriz. Ekonomik anlamda daha iyi olan veya haber takibinin yüksek olduğu ülkelerde bile gazete endüstrisi bir tıkanma yaşamaktadır. Tabii, yine de her şeye rağmen televizyon ve gazete vatandaşların bugün de dahil bilgi edinme ve haber alma açısından en önemli kaynakları ama dijital araçların yaygınlaşmasıyla gazete endüstrisinin zorlukları da söz konusu. Üçüncü boyut bizim bugünkü sohbetimizin en önemlisi diyebiliriz, siyasal paralellik medya araçlarındaki içeriklerin belirli görüş ve değerleri nasıl ve ne kadar yansıttığı ile ilgili. Şu şekilde daha açık ifade edebilirim, medya aktör ve kurumlarının siyasi parti ve temsilcilerinin fikir ve mesajlarına nasıl yer vermesi. Bu değişkende iki ayrım var; birincisi dışsal çoğulculuk – özellikle Türkiye gibi kutuplaşmış çoğulcu model olarak değerlendirebileceğimiz ülkelerde görüyoruz – belirli siyasi örgütler ve medya arasında bir bağın olması durumu, dışsal çoğulculuğun olduğu yerlerde medya kanallarında tek seslilik, farklılıklara yer verilmemesi ve kutuplaşmanın artması gözlemleniyor.  İkincisi ise içsel çoğulculuk, diğerinin tam tersi durumu; yani siyasi örgütler ve medya arasında bağın olmaması, farklı ses ve görüşlere – farklılıklara yer verilmesi. Son boyut – yine Türkiye gibi yerlerde görünür ve etkisi olan bir özellik – devletin müdahalesi; medyanın veya medya kaynaklarının siyasal partiler tarafından orantısız kullanımı, medya sahipliği ve çeşitli kaynaklara orantısız erişimi olarak tanımlanıyor. Bunun dünya siyasetinde çok fazla örnekleri olduğunu söyleyebiliriz çünkü özellikle iktidarda olan siyasi partiler için daha da avantajlı koşullar yaratıyor yani medyayı kontrol edebilen partiler için. Benim her zaman sizinle de konuştuğumuz - yazdığımız ilk örnek, Venezuela'da Hugo Chavez'in her pazar günü tam 6 saat süren Alo Presidente, Türkçe olarak Alo Başkan, isimli televizyon programı. Bence, bu çok sembolik bir örnek. Bazı İngilizce alt yazılı videolarını izleme şansım da olmuştu. Chavez burada halkın dertlerini, şikayetlerini - herhangi bir konuyla ilgili olabilir - veya taleplerini dinliyor. Hatta bazen bu konuların çözümüne dair yanıtlar almak için partideki yetkililerini ya da bakanlarını çağırıyor sahneye, bu sorunu nasıl çözeceğiz diye soruyor ve onlar da en basit haliyle buna cevap veriyorlar ve tabii biz ne görüyoruz; herhangi bir seçim mitingi veya bir gazeteciyle röportaja gerek kalmadan kendini “güvenilir, halkı anlayan, çözüm odaklı” ve mesajlarını iletebilen bir lider görüyoruz. Devlet müdahalesi boyutunda bunun dışında aynı zamanda medya sahipliğini de söylemiştim. Kitleye mesajlarını iletmek veya daha görünür olabilmek sahip olunan televizyon istasyonları ile ilgili de olabilir veya bu medya kurumlarıyla yakın bir ilişkinin olması. Korporatist ve liberal modellerden farklı olarak kutuplaşmış çoğulcu sistemlerde medya sahipliğinin belirli siyasi argümanları daha çok yansıttığını görüyoruz. Şimdi, bu devlet kontrolü, bu mekanizma burada devreye giriyor. Tabii, medyayı ve kaynaklarını orantısız kullanım kadar, devlet müdahalesi dediğimiz bu boyutta medya özgürlüğünü kısıtlayan, gazetecilere veya medya kuruluşlarına yönelik baskı cezalar uygulayan, sansür uygulayan, teşviki ve reklamları sınırlayan, kimi zamanda ise diğerlerini yani yakın hissedilenlere orantısız imkân veren pratikler de var. Tüm bu boyutları değerlendirdiğimizde Hallin ve Mancini farklı medya sistemlerinin ve bu medya sistemleri aracılığıyla üretilen mesajların ve aslında siyasal pratiklerin olabileceğini bize gösteriyor.

E.E: Çok teşekkürler. Peki, medya sistemleri seçmenin oy verme davranışını etkiliyor mu? Etkiliyorsa nasıl etkiliyor?

T.E: Sizinle uzun bir yolculuğumuz var bu konuda. Medyanın oy verme davranışına etkisi ya da seçim dönemlerine etkisi birçok çalışmada ele alınıyor çünkü her zaman sizin de aslında belirttiğiniz bir şeydir bu, medyanın haber ve bilgi üretimi ya da haber ya da bilgi paylaşımı söz konusu ama bunların yanı sıra anlamlandırmaya çalıştığımız dünyada, çerçeveleme, gündemi belirleme ve önceleme gibi işlevleri de var. Bu ne demek? Hangi konunun daha önemli olduğu, neyin tartışıldığı, haberlerin içeriklerinin neler olduğu, öne çıkan konulardan hangilerinin daha önemli olduğu bütün bunlar medya aracılığıyla belirlenebiliyor. Şimdi burada son gündemi düşünerek Türkiye'den bir örnek verebiliriz. Altılı masa tartışmalarının birkaç günlüğüne hala yıkıntılar varken, hala bölgede çadırdan gıdaya en temel ihtiyaçlar karşılanmamışken ana gündemi yani depremi değiştirmesi. Tartışma programlarında, gazete manşetlerinde veya canlı yayınlarda depremle ilgili haberlere baskın bir şekilde yer verilmişken Akşener’in masadan kalkmasıyla birkaç günlüğüne bu gündemin değiştiğine şahit olduk. Genel olarak baktığımızda objektif ve etik gazeteciliğin özelliği mesela - demokratik korporatist modellerde - ırkçı söylemleri içeren siyasetçilerin sesini ana akım medyada kısabiliyor; yani radikal söylemlerin ana akımda yer almaması daha radikal bir partinin söylemlerini görünür kılmıyor. Ama kutuplaşmış çoğulcu modelde siyasal paralelliğin daha yüksek olması sebebiyle ve gazetecilik etik prensiplerinin geride bırakılmasıyla, skandal yaratan veya kutuplaştırıcı söylemler kitleye ulaşabilir ve seçmenin siyasi tercihlerini güçlendirebilir. Yani daha partizan ve seçmenin oy tercihini devam ettireceği bir sonuç karşımıza çıkabilir. Diğerinin veya fanusun dışında kalan görüş ve sesleri bilmediğimizde, bütün bu ses ve görüşleri duymadığımızda sahip olduğumuz görüşlere, yargılara, algılara ve inançlara daha sıkı sarılarak bunu destekleyen partilere yönelmek mümkün olabilir. Çünkü onların argümanını yansıtan medya araçları bizlerin yargılarını meşru kılabilir ve bilgisini derinleştirebilir. Bunu yankı odalarının etkisi olarak biliyoruz. Yani bireylerin sadece kendi siyasi görüşlerini ve inançlarını yansıtan, haber kaynaklarını izlemeleri veya bunları takip etmeyi tercih etmeleri. Farklı seslerin duyulmadığı ya da bir tartışmayla ilgili kişilerin kendi fikirleri dışındaki yaklaşımları duymadıkları ve böylelikle farklı gerçekliklerin oluştuğu, inşa edildiği alanlar. Medyadaki bu kamplaşma, bu taraflı değil, özellikle kutuplaşmış çoğulcu medya sistemlerinde inşa edilen “iyi veya kötü” ayrımı veya “düşman-dost” ayrımı ait veya yakın hissedilen parti ve temsilcilerine güven duygusunu arttırırken, rakip tarafın aktörlerine güveni azaltıyor. Çünkü bilgi kaynağımız bize kimin tehlikeli ya da kimin daha güvenilir olduğunu aktarıyor bu sistemde. Bunu kutuplaşmış çoğulcu sistem üzerinden söylüyorum. Dolayısıyla taraflı medyanın – kutuplaşmış çoğulcu medya sistemlerinde seçmeni kutuplaştırdığı ve yakın hissettiği partisine daha da yakınlaştırdığını söyleyebiliriz. Çünkü o partinin argümanlarına ayna olan gazete ve televizyon kanalları fikirlerimizi meşru kılabiliyor ve sahip olduğumuz bilgiyi ve o bilgiyle ilişkiyi mesafeyi derinleştirebiliyor. Daha partizan veya siyasal paralelliğin olduğu ülkelerde iyi ve kötü imajını yani bu kamplaşmanın, iyi ve kötü imajını yansıtması nedeniyle seçmenin desteklediği liderin, takip ettiği mecrada daha olumlu bir imaj yansıması varsa desteğini pekiştirecektir. Öteki olarak gördüğü tarafın temsilcilerini ise olumsuz yansıtması ve belki günah keçisi seçmesi ya da düşmanlaştırması mesela olumsuzluklarla ilişkilendirmesi ya da her türlü olumsuzluğun sorumlusu olarak konumlaması seçmenin diğer taraftaki adaylara mesafe oluşturmasına neden olacaktır Yani desteklediği partinin lideri daha güvenilir bir imaj ile yer alırken diğeri ise düşmanlaştırılacak ve medya desteklenen lider ile yakınlık kurulmasına aracı olacaktır bu anlamda. Karşı tarafın adayının güvensizlikle ya da tehdit ile ilişkilendirildiği tarafta ötekinin yeniden üretilmesi ve ötekinin korku ile özdeşleştirilmesini görüyoruz. Benzerlikleri olan adayın ise sorunların çözümü konusunda umutla özdeşleştirildiğini görüyoruz. Aslında medyanın hangi kampta yer aldığı ve hangi kampa dair nasıl bir paylaşım yaptığı ile ilgili. Tabii bizim hep o tartıştığımız yanlış bilgi de burada devreye giriyor. Bu konu podcast serisinde devam edecek bir tartışma ama haber içeriklerindeki o yanlış bilginin seçmenin oy verme davranışını etkilediğini de göz ardı etmemek gerekiyor. Özellikle konu bazlı içerik oluşturan ve partizan medya sistemleri alternatif partiye – konuyla ilgili daha yoğun ve seçmenin kendisiyle ortaklıkları dile getiren partiye - yakınlık kurdurabilir.

Liberal model ise konu bazlı ve objektif yayıncılığı öne çıkardığı için ilgili konu ile ilgili siyasi örgüt ve liderlerin söylemlerine yer veriyor, olumlu ya da olumsuz bir şekilde. Dolayısıyla, seçmen farklı blokların sesine ve görüşüne bir konu temelinde erişebiliyor. Bu da seçmenin konu temelinde seçim yapmasını mümkün kılabiliyor. Burada yine somut bir örnek olarak BREXIT kampanyasını hatırlayabiliriz. Her ne kadar profesyonel gazetecilik ilkelerine sahip çıkan bir modelden bahsediyor olsak da konu bazlı içeriklerin öncelenmesi nedeniyle göçmen karşıtlığı anlatıları, yine BREXIT döneminde Daily Mail veya Sun gibi gazetelerde yer aldığını biliyoruz. Ama burada sistemin özellikleri nedeniyle hem destekleyici hem de eleştirel içerik verilebilir; yani seçmen kendisine yakın hissettiği pozisyona sahip olan adayı veya siyasal örgütü benimseyebilir. Bu da konu bazlı seçimlerde, referandumlarda medya içeriklerini bu modelde daha da önemli getiriyor. Yani seçmenler kendilerine yakın hissettikleri partilerden taraf oldukları konuyu daha çok dile getiren ya da bu konuyu daha çok önemsediklerini düşündükleri/gördükleri/duydukları adayı ya da partiyi seçtiklerinde bunun önemini daha çok görüyoruz. Dolayısıyla liberal modelde, konulara göre tercih yapması beklenen seçmen için  konu ile ilgili pozisyona en yakın olan partiye yönelme durumu ortaya çıkabilir. Buraya yanlış bilgi ile geldik – yine ekleyelim; göçmen karşıtlığını pekiştiren ve var olan önyargılarımızla uyuşan bilgilerin verildiği içerikler medyada yer aldığında seçmen yakınlık duyduğu görüşe yakınlaşır. Mesela “göçmenler işimizi çalıyor” anlatısına sahip olan siyasi parti adayı ile göçmen karşıtı olan seçmen bir araya getirilebilir. Az önce bahsettiğim bu boyutlar ile toplayacak olursak bu soruyu, devlet müdahalesine ve dışsal çoğulculuğa sahip, yani dışsal çoğulculuğu içeren siyasal paralelliğin olduğu ülkelerde, özellikle iktidarda olan parti ve temsilcilerinin desteklerini seçim dönemlerinde arttırabilme imkanları var. Tabii, bunu şurada da eklemek lazım, biraz da Türkiye bağlamını ilgilendirdiği için, eğer kriz dönemlerinin yönetimi ve yansıması çok etkili değil ise. Bunu görünürlük üzerinden tartışıyoruz aslında. Az önceki konuştuğumuz sebeplerden ötürü, yani Türkiye’den örnek verelim, bir dönem TRT’de siyasi parti adaylarına ayrılan konuşma süresi orantısızlaştıkça en çok zaman ayırılan adayın mesajları kitleye ulaşıyor. Daha çok kutuplaşmış bir ortamı yaratmakla beraber diğerinin sesinin duyulmadığı – fanusun içerisinde bilgi alınan bir bağlamda daha partizan oy verme davranışı söz konusu oluyor. Son bir cümle, stratejik içerik veya bu adaylar arasında at yarışı şeklinde bir çerçeve sunan medyada seçmenlerin mevcut siyasi alternatifleri analiz etme veya onları takip etme imkânları daha sınırlı olabiliyor. Yani daha objektif içeriklerin sağlandığı, profesyonelliğin ya da etik gazeteciliğin daha baskın olduğu medya sistemlerinde alternatifler daha iyi analiz edilebilir, çünkü daha görünürler. Özellikle konu bazlı tartışmalarda yani bu siyasi çıkar ve stratejiler yerine konulara göre oy verme söz konusu olabilir. Dolayısıyla, medyaya daha bağımsız bir rol veren bu sistemler, demokratik kooperatif modeller gibi ve liberal model gibi gündemi belirleyebilir ve tartışılan konu ve gündeme göre oy vermeyi alternatifleriyle beraber mümkün kılabilir, daha az partizanlaştırarak.

E.E: O zaman Tuğçe Hocam, herhalde şunu sormam gerekiyor, bu bilgiler ışığında önümüzdeki seçimlerde Türkiye medya sistemi seçmenin oy verme davranışını nasıl etkiler?

T.E: Şöyle… belki de görünen bir şey. Herkes kendi mahallesine göre konuşacak ve herkes kendi mahallesine göre içerik sağlayacak. Sosyal medya bizlere daha farklı fikirlere ve yaşam tarzları ya da farklı argümanları tanıma, o argümanlara sahip insanları tanıma ve takip etme imkânı veriyor ama sizin de bildiğiniz gibi bazı çalışmalar gösteriyor ki insanlar kendileriyle aynı fikirleri, idealleri veya ortak hayalleri paylaşan kişileri takip ediyor, onlarla etkileşime giriyor. Dolayısıyla,  bizim hep konuştuğumuz gibi, sosyal medyanın iki yüzünün olması meselesi. Ama genel olarak biraz daha geleneksel medya özelinde Türkiye medya sisteminden bahsedeceksek öncelikle zaten şunu söylemek gerekiyor; Türkiye bahsettiğimiz bu üç sistemde kutuplaşmış çoğulcu medya sisteminde yer alıyor. Yani yazarlar aslında Türkiye'yi eklemiyorlar ama biz Türkiye'yi bu medya sisteminde değerlendirebiliriz. Türkiye’de diğerine yer vermeme veya diğerine yer verildiğinde içeriğin farklılaştırarak yer verilmesine şahit oluyoruz. Bu anlamda siyasi tercihlerle ve siyasetle iç içe geçmiş bir medya yapısı var. İstisnalar olabilir ama çoğunluk üzerinden söylüyorum, benzer şekilde bir başka sistemlerin özelliği üzerinden düşünecek olursak, cezalandırmaların veya kimine ayrıcalıkların sağlanması, medyaya erişimde avantajlı olanların mesajlarının görünür kılınması ve her partiye eşit koşulların sağlanmaması, devlet müdahalesinin olması bize Türkiye'nin bu sistemde yer aldığını gösteriyor. Siyasetçilerin anlatıları ile veya herhangi bir siyasi olayın yorumlanmasıyla ilgili siyasi partilere yakınlık, gazete manşetlerini veya kanallardaki haber içeriklerini belirliyor. Benim sizinle yer aldığım çalışmanın bence burada her zaman referans olarak kullanılması gerekiyor. TurkuazLab’ın 2020 yılındaki araştırma sonuçlarına bakabiliriz. Yani oradaki sonuçlar şöyle diyordu; CHP taraftarları daha çok FOX TV ve Halk TV; AK Parti taraftarları ATV, A Haber ve Kanal 7’yi takip ediyor veya HDP seçmenleri- taraftarları FOX TV ve CNN gibi diğerlerine göre daha çok tercih ediyorlar. Zaten böyle bir ayrım var. Türkiye'deki medyaya dair çalışmaların bize gösterdiği gibi bu farklı ideolojik ayrımların gazetelerde de yansımaları var. Daha seküler veya sosyal demokrat kesimi temsil eden Cumhuriyet Gazetesi, daha ulusalcı çizgideki Sözcü Gazetesi ve bir taraftan Akit veya sağ kanadı temsil eden Sabah ve Star Gazeteleri gibi. Yani bu anlamda farklı kutupların mesajları farklı şekilde görünür kılınıyor ve kendi tabanına bu şekilde ulaşıyor. Bununla beraber, Türkiye'de medyanın çoğunluğunun son 10 yılda kamu bankalarının da desteğiyle iktidara yakın insanlar tarafından satın alındığını biliyoruz. Yani o devlet müdahalesi biraz bununla da ilişkili. Kendini muhalefete yakın ya da bağımsız olarak konumlayan medya kuruluşları var ama bunların hem sayısı az hem de bir yandan mali güçlükleri var, işte RTÜK gibi düzenleyici bir otorite var veya kimi zaman bu zorlukları yargı eliyle oluşturulan pratikler ile de düşünebiliriz. İktidara yakın medyada özellikle kritik dönemlerde şunu görüyoruz; İletişim Başkanlığı eliyle aslında neyin nasıl söyleneceğinin planlandığını görüyoruz. Belki son gündemden çok ayrılamıyoruz zaten, o anlamda somut bir örnekle gidebiliriz. 6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremin ardından ilk üç gün özellikle ilk üç gün devlet pek çok yere ulaşamadı. Yani bir koordinasyonsuzluk hali vardı. İktidar kendi sempatizanları ya da seçmenleri taraftarları tarafından da sorgulanmaya başlandı ve bu durum aslında bir slogan yaratmaya mecbur kıldı diyebiliriz. İşte “Asrın Felaketi”. Şimdi buradan bakınca felaket asrın ise iktidarın sorumluluğu ne olabilirdi ki gibi bir soru çıkıyor. Ve ne gördük biz, iktidara yakın hemen hemen tüm televizyon kanalları alt yazılarında, gazete manşetlerinde ve tırnak içerisinde “savunma hattını” buradan kurdu. Yani canlı yayınlar sırasında derdini anlatan, durumu eleştiren depremzedelerden mikrofon kaçırmaktan, seslerinin yani depremzedelerin veya orada bölgede olan insanların seslerinin yayından alınmasına kadar farklı yollar bulundu ve ilerleyen günlerde çözülemeyen sorunlar, yıkılan binalar yerine biz bir mucize haberciliğine geçildiğini de gördük. Yani bu şey demek değil, herkes o ilerleyen günlerde çıkartılan canlara mutlu oluyordu ama ana merkez bu yapılıp büyük sorunlar perdelenmeye çalışıldı ve yani aslında bunun üzerine de bir tepki geldi. Bir şekilde mesafeli olan medya kuruluşlarının haberleri, yorumları da oldu ve bunlara karşılık da oldu ama bizim karşılaştığımız zaten yirmi beşinci günde ilk günlerde yeteri kadar yardım götürülemediği ve helallik istendiği gibi bir durumu da beraberinde getirdi. Ya da ilk günlerde Twitter'da bant daraltma yöntemiyle ki insanların aslında ihtiyaç ya da koordinasyon sağlandığı bir alan- oldu bir noktada, ulaşmak zor hale getirildi ve ardından Halk TV'den, Tele 1’e, FOX TV’ye deprem haberleri nedeniyle para cezaları veya kapatma gibi yaptırımlar oldu. Şimdi bunun gibi iktidarın veya medya üzerindeki kontrolü ve kontrol edemediğinde yaptırım pratiği aslında önümüzdeki seçim sürecinde de devam edecek. Yani bir yandan gerektiği anlarda İletişim Başkanlığı tarafından oluşturulan metinler olacak ve bunlar aslında bir ortak dil ile televizyonlarda veya ortak manşetler ile gazetelerde olacak. Öte yandan seçime doğru giden süreçte muhalif ya da bağımsız medya üzerinde baskı da artacak. Bu da yine  kutuplaşma ortamını daha da derinleştirecek. Ancak şunu da hatırlayabiliriz tabii, 2002 seçimlerini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kazanmasından sonra “biz manşetlerle çarpışarak geldik” yani “bu günlere geldik” demişti. Yani bir noktada aslında o gerçeklik duvarına çarpılacağını göstermesi açısından da önemli bir nokta ve bugün ekonomiden deprem bölgesinde çözülemeyen sorunlara her şeyi toz pembe gösteren bir medyanın sayı olarak gücü var ama buradaki inandırıcılık ve öykünün kendisi de önemli bir hale geliyor. Son bir nokta şunu belki söyleyebiliriz. Bizim bugünden itibaren (13 Mart) seçimlere iki ay gibi bir süre kaldı ve bunun otuz günü Ramazan ayına denk geliyor. Böyle düşündüğümüz zaman aslında liderlerin mesaj iletmede ana noktasının mitinglerden çok medya olacağını öngörebiliriz. Yine sizinle çalışmıştık. 2018 seçimlerinde Erdoğan otuz beş il ve ilçe gezmişti. Bugün iktidar ve muhalefetin yine bu sayıda bir ilde miting yapacağını bekliyoruz. O zaman kısmen gazeteler ama özellikle televizyon ve tabii ki sosyal medya her ittifakın sözlerini kitleye ulaştırmada önemli bir yer tutacak. Şu anki kriz döneminde hem ekonomi hem depremi de düşündüğümüz zaman tabii buradaki öykünün ve gerçekliğin yansıması önem kazanacak. Yani farklı kutupların medya temsilcileri seçmeni temsil edecek ama krizlere gösterilecek tepkinin ve duyguların rolü de çok önemli. Bir yandan televizyonda sayısal çoğunluk, sosyal medyadaki yani kimi maaşı çok sayıda troll ile bir sayısal üstünlük iktidarda baskın olacak ama günün sonunda aslında ortaya konacak mesajın ve yansıtılacak duyguların da önemli olduğu gerçeğini göz önünde tutmak gerekiyor. Üstelik deprem sırasında dayanışma duvarına çarpan o kutuplaşma seçime doğru yeniden üretilecek ve medya bunun mutlaka aracısı olacaktır. Şimdiden aslında bunu görüyoruz ve ittifaklar arasındaki oy farklarının az olduğunu da dikkate aldığımızda, öyle bir durumda, medyanın ve medya aracılığıyla iletilen duygu ve mesajların süreçte etkisi daha da önemli olacak.

E.E: Tuğçe Hocam, verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim, çok aydınlatıcı oldu. Serimize yeni konuklar ve tartışmalarla devam edeceğiz. Herkese iyi günler dilerim.


Meraklısına Önerilen Okumalar:

Erdoğan, E. & Erçetin, T. (2019). Popülist liderlerin başarısına medya sistemleri perspektifinden bir bakış: Birleşik Krallık, Hollanda ve Türkiye Karşılaştırması. Moment Dergi, 6(1), 38-74.

Erçetin, T. & Erdoğan, E. (2021). "Mirror, mirror on the wall, please tell me...:"The populist rhetoric of the 'new' media of 'new' Turkey during the April 16, 2017 referendum. Turkish Studies, 22(2), 290-313.

Hallin, D.C. & Mancini, P. (2004). Comparing media systems: Three models of media and politics. Cambridge: Cambridge University Press.