Ahlaki Değerler ve Oy Verme Davranışı



Onurcan Yılmaz, Kadir Has Üniversitesi Psikoloji Bölümü



Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin “Seçmen Ne İster?“ podcast serisine hoş geldiniz. Serimize Kadir Has Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Onurcan Yılmaz ile devam ediyoruz. Hoş geldiniz.

Onurcan Yılmaz: Hoş bulduk.

T.E: Bu bölümde sizinle “Ahlaki Değerler ve Oy Verme Davranışı“ üzerine konuşacağız. İsterseniz öncelikle “ahlaki değerler nedir, nasıl tanımlıyorsunuz” sorusuyla başlayalım.

O.Y: Ahlaki değerler tabi literatürde çok farklı şekillerde tanımlanıyor. Farklı kuramsal yaklaşımlar etrafında farklı şekillerde tanımlanıyor farklı araştırmacılar tarafından. Çünkü aslında temelinde felsefi bir soru, “doğru yaşamın temelleri nelerdir? Ahlaki açıdan doğru davranış, yanlış davranış nelerdir? Hangi durumda insan nasıl davranmalıdır?” gibi soruları zaten insanlık tarihi boyunca sorduk durduk. Bugün de bilimsel çalışmalar aslında çok benzer bir soruyu cevaplandırmaya çalışıyor ama farklı bir yöntem kullanarak. Ne yapıyor? "İnsanların zihinlerinde bu yapılar nasıl temsil ediliyor? Bilişsel olarak nasıl temsil ediliyor? İnsanlar bu tür kavramları nasıl algılıyorlar?” diye sorduğumuzda insanların önem verdiği farklı kültürlere göre değişen ama aynı zamanda evrensel birtakım yapılar olduğu görülüyor. Yani ahlaki temellerin neler olduğu evrensel olmakla birlikte kültürel varyasyondan etkileniyor aslında. Nedir bunlar? Aslında her birinin biyolojik yani evrimsel birtakım işlevleri de olduğu üzere belki de en önemlisi bakım vermek. Ahlaki değerler dediğimizde aklımıza gelen ilk ve en önemli kriter. Neden? Çünkü toplumsal sistemi kendiliğinden ayakta tutan en temel şey nedir dersek aslında öncelikli olarak yolda yürürken başımıza bir şey gelmemesi deriz, değil mi? Sırf biri, ne bileyim “polisim ben, benim hiyerarşim var, gel buraya seni döveyim” derse ne olur? Toplumun en temel bağı kopmuş olur, işte buna zarar-bakım diyoruz. Bu oldukça evrensel hatta anneyle çocuk arasındaki etkileşim üzerinden şekilleniyor, ortaya çıkıyor ve diğer primatlarda, diğer memelilerde de çok yaygın bir şekilde görülen bir hassasiyet. Şimdi bunun dışında neler var? Adalet. Adalet de keza siyasal düzlemin sağından soluna kadar herkesin ahlaki olarak önem atfettiği bir değer. Neden ortaya çıkmış bu insan topluluklarında? Aslında bizim beleşçi dediğimiz ya da işte yolsuzluk yapan, toplumun nimetlerini kendi faydasına kullanan, kendine oligarşik bir yapı kuran, bu tarihin her döneminde böyleydi işte belli gruplar iş birliğine katılmayıp beleşçilik yapıyordu. Tırnak içinde “free-rider” denilen kavramın çevirisi olarak kullanıyorum beleşçiliği, kaytarıcılık diye de çevrilebilir. Dolayısıyla insan topluluklarında eğer bunu yapan insanlar o topluluk içerisinde cezalandırılmazsa yani o cezalandırma sistemleri -bugün seküler kurumlar dediğimiz o sistemler- nitelikli bir şekilde çalışmazsa o zaman biz görüyoruz ki o sistemde iş birliği mekanizması çöküyor ve aslında toplumsal refah bir bütün halinde çökmeye başlıyor. Bilmem tanıdık geliyor mu? Bu tür yapılar maalesef Ortadoğu coğrafyasında çok yaygın. Ortadoğu'yla İskandinavyayı örneğin karşılaştıralım. Aralarındaki en temel fark; işleyen seküler kurumların olup olmadığı, ne kadar bağımsız olduğu, ne kadar evrensel kriterlere göre işlediğidir. Bağımsız olması gereken bu kurumlar ne kadar bağımsız kalabiliyorsa aslında o toplumdaki iş birliği mekanizması da o kadar iyi bir şekilde ilerliyor. Ancak birileri bu bağımsız olması gereken sistemi taraf haline getirmeye çalışıyorsa o zaman ne oluyor? Herkes beleşçilik yapmaya başlıyor. Neden? Çünkü aslında oyun-kuramsal bakış açısından onun cezalandırılmadığı bir sistemde beleşçi olmak aslında en rasyonel davranış birey için ve üstüne üstlük suçluları cezalandırması gereken otorite sahiplerinin kendisi de beleşçilik yapmaya başlıyorsa o zaman sistem topyekün bir çöküşe geçiyor. Yani eğer insanları kendi haline bırakırsanız belli bir zaman sonra mutlaka onu yapan insanlar çoğalır o sistemde. Dolayısıyla bizim sistemlerimizin onu koruması gerekiyor, işte adalet diye bir norm, adalet diye bir ahlaki temel buradan ortaya çıkıyor. Bunun dışında bir de grupla alakalı, gruba sadakat göstermemiz ile alakalı, grup içerisindeki hiyerarşileri tanımamızla alakalı ve grup içerisinde kurduğumuz özellikle kutsaliyet atfettiğimiz yani bu solda da olabilir, sağda da olabilir tabii ki, yani mesela şehitlik kavramının iki tarafta da kullanılıyor olduğunu görebiliyoruz. Dolayısıyla bu tür kutsaliyet atfedilen şeylerin içeriği değişse de aslında ait olduğumuz gruba dair aidiyetimizi artıran birtakım faktörler olarak görebiliriz. Neden? Çünkü eğer bir grup içerisindeysek grubun içerisindeki diğer üyelere sadakat göstermemiz lazım, bizden hiyerarşik olarak üstün olanlara saygı göstermemiz lazım. Bizden düşük olanların da bize saygı göstermesini bekleriz ve aynı zamanda da kutsal atfettiğimiz şeyler her neyse o grup içerisinde, ona saygı gösterilmesini bekleriz. İşte bunlar tabii ki politik olarak sağcı olarak tanımlanan insanların daha çok önem verdiği ahlak ilkeleri oluyor ve daha çok milliyetçilik ve dindarlık ile pozitif ilişkili olan şeyler. İlk iki anlattığım ahlaki temeller ise daha çok solcuların ahlaki temel olarak gördüğü temeller olarak tanımlanıyor. Sağcılar da bu temellere önem vermesine rağmen bir ödünleşim (trade-off) durumu olduğunda gruba bağlanmakla ilgili ilkeleri önceliyorlar. Bunun dışında farklı farklı ahlaki temeller var tabii ki ama bu ahlaki temeller kuramı dediğim çok bilinen bir kuram olduğu için bundan örneklendirmek istedim. Yoksa mesele çok daha karmaşık aslında.

T.E: Siz insanların önem verdiği ve değişebilen yapılar ile adaletten söz ettiniz. Belki Türkiye'ye gelmeden önce buradan devam edebiliriz. Peki, ahlaki değerlerin, seçmenlerin oy verme davranışı üzerinde bir etkisi bulunuyor mu? Bulunuyorsa nasıl bulunuyor?

O.Y: Bu tabii ki literatürde çok fazla tartışılan bir konu. Çünkü buna dair doğrudan gözlemsel bir veri elde etmek çok kolay değil. Çünkü genetik çalışmalar yapılıyor bu konularda, işte belli genetik kökenlere sahip olan insanların belli ahlaki temellere yatkın olup olmadığı, işte bu ahlaki temellere sahip olmanın insanları belli ahlaki görüşlere yatkın hale getirip getirmediğine dair çok güncel bir tartışma var ve bunun olduğunu söyleyen bazı bulgular da var. Ama yani çok sağlam birtakım bulgulara dayandığını söylemek güç bunların. Bunlarla ilgili bir takım teknolojik ilerlemeler gerekiyor. Net bir şekilde hangisinin hangisini etkilediğine karar verebilmek için, ama yani bugüne kadarki bilimsel bulguları bir arada değerlendirdiğimizde ve kuramın o değerleri nasıl tanımlandığına baktığımızda aslında onların daha nedensel olarak ilk aşamalarda ortaya çıkan şeyler olduğunu görüyoruz ve politik yönelimin de bir sonuç olduğunu görüyoruz ve tabii ki o değerler, o politik yönelimleri bir şekilde etkiliyor. Ne şekilde etkilediği; o kültürde hangi tür meselelerin, hangi tür tehditlerin çok güncel bir şekilde insanların hayatını etkilediği ile alakalı. Kültürün sahip olduğu normlar ile alakalı, insanların hangi kültürel özelliklere sahip bir takım bilişsel kısa yollarla o tür çevresel tehditlerle baş etmeye alışık olduğuyla alakalı. Bir sürü faktörle alakalı yani. Ama tabii ki çok kısa özetleyebileceğimiz bir temel bulgu nedir dersek, demin de tanımlamaya çalıştığım, özetlemeye çalıştığım gibi; insanlar, tehdit altındayken daha fazla gruba bağlanmakla ilgili olan özelliklere, ahlaki temellere önem verme eğilimi gösteriyor. Nedir bunlar? Benim için kendi grubumda olan insana sadakat göstermem artık adaletten daha önemli hale geliyor. Mesela nasıl bir bilimsel bulgu örneği verebiliriz buna? 2006 yılında Londra'da metro bombalarından önce ve sonra yapılan bir temsili çalışmada insanların ahlaki temelleri ölçülüyor. Bu demin örneklendirdiğim beş ahlaki temel etrafında; zarar vermek, adalet, sadakat, otorite ve kutsallık boyutlarında. Sanıyorum kutsallık sorulmamıştı. Sadece dört boyutu vardı ve anlamlı bir şekilde iki boyutta bombadan önce ve sonra yapılan karşılaştırmada iki boyutta anlamlı farklılık ortaya çıkıyordu. İnsanlar bombadan önce demin söylediğim sağ-sol farklılıklarını rapor etmişlerdi. Yani sağcılar gruba bağlanmakla ilgili olan sadakat ve otoriteye daha fazla önem verirken, solcular adalet ve zarar vermemeye daha fazla hassasiyet gösterdiklerini rapor ettiler. Fakat bomba patladıktan sonra iki boyutta bir değişiklik oldu. Bir tanesi adalet, bir tanesi sadakat. Solcuların adalete verdiği önemde anlamlı bir düşüş yaşanırken, sadakate verdiği önemde ise anlamlı bir yükseliş meydana geldi. Muhafazakârlar ise yani sağcılar ikisinde de benzer skorlar ortaya koydu. Yani aslında tehditten muhafazakârlar çok fazla etkilenmedi ama solcular sağcılaşma eğilimi gösterdi ve muhafazakarlara benzediler adalet ve sadakat boyutunda. Yani aslında bu tür terör tehditleri insanların milliyetçi eğilimlerini arttırma eğilimi gösterebilir. Keza bizim de işte 2015 Haziran ve Kasım seçimleri arasında olanlara baktığımızda; güçlü, tırnak içinde muhafazakâr, karizmatik lidere verilen destekteki artış da orada çok barizdi. %41, %42’lerden %48, %49‘lara doğru bir yükseliş meydana geldi iktidar partisinin oylarında. Keza 2001 ikiz kuleler saldırısından sonra Bush’a verilen desteğin de benzer şekilde arttığını çok net bir şekilde gördük.

T.E: Peki, Türkiye özelinde konuşacak olursak, ülkemizde ahlaki değerlerin işlevlerini nasıl tanımlıyorsunuz?

O.Y: Yani bu tabii ki çok karmaşık bir soru. Biraz da neresinden anladığınıza göre farklı şekillerde cevaplandırılabilecek bir soru. Biraz daha açmak mümkün olabilir mi o yüzden soruyu?

T.E: Belki hani Türkiye'deki hem söylemler, siyasetçilerin söylemleri ya da anlatıları bağlamında veya tabii bunu önümüzdeki seçimleri ayrı olarak konuşacağız ama Türkiye'deki o oy verme sürecinde ya da davranışların özelinde nasıl tanımlayabiliriz? Biraz daha siyaset çerçevesinde düşünecek olursak.

O.Y: Yani aslında demin verdiğim örnek üzerinden düşünebiliriz. Belki bu, bizim ülkemizde aktive olan tehditlerin insan davranışını ve oy verme davranışını nasıl etkilediğine dair ama bunun tabii ki çok sistematik bir analizini yapmak kolay değil. Çünkü tarih dediğimiz özellikle makro ekonomi dediğimiz süreçler farklı farklı bir sürü şeyden etkileniyor. Orada laboratuvar ortamında kurduğumuz tarzdaki nedensellikleri kurmak çok kolay değil. Yani Türkiye'deki seçimlerin tabii ki çok benzer bir şekilde etkilendiğini söyleyebilirim ama onun dışında bu sol-sağ ayrımları zaten Türkiye'de çok çalışmıyor. Yani hani belki oradan bakmayı deneyebiliriz bu soruya. Çünkü sol-sağ meselesi Avrupa'da insanların hayatlarını çok fazla etkilemiyor. Yani sağcı da gelse solcu da gelse hayatlarında çok bir şey değişmiyor. Amerika'da son yıllarda Trump'ın gelişi ile biraz sarsıldı bu düşünce ama genel olarak insanların hayatlarında çok fazla değişiklik olmuyor diğer ülkelerde, gelişmiş demokrasilerde. Ama bizde öyle değil. Bizde hayatınızın sosyal, kültürel, ekonomik, her türlü şey, milli eğitim dahil, her şey iktidara kimin geldiğine göre değişiyor. Dolayısıyla bizde ideolojilerden ziyade daha yakınsak diyebileceğimiz şeyler daha fazla etkili olabiliyor. Bu da işte kısa vadeli çıkarlar olabilir, ekonomik büyüme oranı olabilir, ülkedeki demokrasinin ve anayasal özgürlüklerin kısıtlanması yoluyla oluşan reaksiyon olabilir ya da işte tersi bir yerden güçlü bir lidere sahip olmak ve ona sırtını yaslamak olabilir. Yani her tür seçmenin, her ideolojik gruba ait seçmenin kendine ait birtakım söylemleri olduğu için, oy verirken kullandığı ve bunu da ahlaki olmak adına yaptığı için; aslında demin de bahsettiğim o kuram biraz bunu söylüyor. Yani iki taraf da aynı meselelere çok farklı şekilde bakarak anlaşamıyorlar, çünkü ikisi de doğruyu yaptığını düşünüyor, ikisi de aynı dili konuşamıyor. Halbuki ikisinin de sonunda istediği şey toplumsal refah; ama bir tanesi refahı “zenginleri teşvik edin onlar fabrika açsın, bu şekilde herkes ekmek yer” şeklinde olması gerektiğini düşünürken, diğer taraf böyle bir ortamın adaletsizlik yaratacağını, dolayısıyla devletin nötr bir şekilde olaya müdahale etmesinin zaruri olduğunu söyleyerek ancak sosyal devlet düzenlemesi yoluyla bu refaha ulaşılabileceğini iddia ediyor. Dolayısıyla ahlaki meselelere bakarken nasıl çerçevelediğimize dikkat etmeliyiz diyor bu kuram. Örneğin iklim krizine dair Türkiye'de birtakım insanların bu krizi ciddiye almalarını arttırmak istiyorsak iklim meselesini, belki şöyle çerçevelememiz gerekir: “Allah vergisi, dünyanın özellikleri kirleniyor, bunu kullar kirletiyor” şeklinde yaptığımızda bu çerçevelemeyi, belki de, Müslümanların iklim krizine olan hassasiyetlerini arttırmak da mümkün olabilir. Dolayısıyla aslında Türkiye tabii ki kendine has kültürel özellikleriyle bir sürü ülkeden ve neredeyse hepsinden ayrılıyor. Kendine has özellikleri çok fazla ama genelinde bu bahsettiğimiz kuramsal yapılar biyolojik bir taraftan ortaya çıkarak kültürel varyasyon sonucunda, yani kültürle etkileşime girerek ortaya çıktığından Türkiye'ye de bir yere kadar kolaylıkla uygulanabiliyor. Yaşadığımız çok farklı farklı örneklere de uygulanabilir bu mantık; işte barış için akademisyenler başka bir örnek. Barış için akademisyenler bildirisini yazanlar, “zarar vermemek” söylemi üzerinden bir talepte bulunurken ona karşı çıkanlar da “böyle zamanlarda devletin yanında olmalısınız, sadakat göstermelisiniz” şeklinde bir söylem üzerinden argümanlarını kuruyorlar ve birbirleriyle anlaşamıyorlar. İşte ahlaki temeller kuramı da bunu sınıflandırarak aslında betimlemeye çalışıyor diyebiliriz.

T.E: Siz aslında bir önceki soruda da önemli bir yerden bahsetmiştiniz. Belki orayı özetleyerek yani sizin söylediğinizi biraz daraltmış olacağım ama bağlamın şekillendirmesi aslında bağlamın etkisi ve bir yandan da kültürel özellikler gibi farklı faktörlerle politik yönelim bir sonuç olabiliyor demiştiniz. Bir yandan Türkiye'deki 2015 sürecini veya barış için akademisyenler ya da 2001 gibi meselelere de örnek verdiniz. Belki biraz şu an içerisinde olduğumuz bağlamı düşünecek olursak, bildiğiniz gibi, önemli bir seçim dönemine giriyoruz ve farklı partilerin anlatıları ile karşılaşıyoruz. Bu süreç içerisinde, yani seçim döneminde, kampanya döneminde ahlaki değerlerin bir işlevi olacağını düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse nasıl bir işlevi olabilir sizce?

O.Y: Zaten Erdoğan-Bahçeli koalisyonunun seçim kampanyası gene milliyetçilik üzerine kurulu olacak gibi duruyor. Çünkü Demokrat Parti’nin on yıllar önce kullandığı sloganı tekrar kullandı hatırlarsanız. Dolayısıyla, mesela başörtüsü tartışması, yine aynı kutsaliyet üzerinden kurulan bir tartışma. Zaten geçmişe de baktığımızda Erdoğan genellikle bu tür ideolojik grupları birbirinden ayırt eden temel meseleleri alarak, gündem yaratarak aslında bir taraf oluşturmayı seçiyor. Bunu hep uyguladı, mesela yıllar önce kürtaj meselesinde de uygulamıştı, işte idam tartışmaları vardı belli dönemlerde hatırlarsınız. Bunlar zaman zaman geliyor gidiyor, geliyor gidiyor sonra unutuluyor, lazım olduğunda tekrar geri geliyor. Dolayısıyla her zaman bu grup kimliğiyle alakalı olan sadakat, otorite ve kutsallık boyutlarına atıflar vardı zaten ama biraz daha ilginç olan muhalefetin durumu olabilir Türkiye'de. Çünkü geçmişten beri Avrupa tarzı bir sosyal demokratik partinin olmadığı görülüyor aslında. Yani genç seçmenlerde de, yaşlı seçmenlerde de, hem bizim hem başka grupların yaptığı görgül araştırmalar çok net bir şekilde bizim Avrupa tarzı dediğimiz, yani adalete önem veren ama milliyetçi olmayan, grupların çok olmadığını görüyoruz. Yani Avrupa standartlarında bizdeki solcuların çoğu sağcı normalde; Avrupa'da sol olarak tanımlanan özelliklere sahip olan kitlenin ise küçük bir azınlık olduğu görülüyor Türkiye'de. Dolayısıyla bu ittifakların da Avrupa'da olduğu gibi böyle ideoloji temelli değil de daha böyle kısa dönemli çıkar amaçlı, iktidarı ele geçirmek amaçlı olduğunu görüyoruz. Kılıçdaroğlu'yla Bahçeli'nin işte Ekmeleddin İhsanoğlu ittifakında yaşadığımız gibi. Bugün ise bambaşka, yani kim derdi ki Saadet ile CHP yan yana gelecek ama işte Türkiye'deki politik iklim şu an farklı bir konu üzerinden yani demokrasi ve otoriterlik eksenleri üzerinden kutuplaşmaya başladığı için aslında bir anda ideolojiye dair bildiğimiz her şey değişti. Çünkü hiçbir kuram bunu bekleyemez, yani Saadet Partisi'yle CHP gün gelecek yan yana gelecek... Şimdi düşünüyorum da biz bir çalışmamızda şunu göstermiştik:  ahlaki temellerde kendini Kemalist tanımlayanlarla İslamcı İslamcı olarak tanımlayan insanlar birbirlerineçok benziyorlardı. İkisi de adalete, zarar vermemeye önem veriyordu. Kutsaliyet hariç ikisi de gruba bağlanmakla ilgili temellere önem veriyordu çok güçlü bir şekilde. Belki bu da öyle bir önsezi olarak düşünülebilirmiş.

T.E: Onurcan hocam, değerli vaktinizi ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

O.Y: Ben teşekkür ederim. Davet ettiğiniz için teşekkürler, görüşmek üzere.

T.E: “Seçmen Ne İster?“ serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni konuklarımızla, tartışmalarımıza devam edeceğiz. Herkese iyi günler dilerim.

O.Y: İyi günler.


Meraklısına Önerilen Okumalar

Alper, S. & Yılmaz, O. (2020). Sağcılığın ve solculuğun psikolojisi: Farklı dünyaların insanları. Nobel Akademik Yayıncılık.

Yılmaz, O. (2023). (Der). Ahlakın yeni soyağacı. Kolektif, Koç Üniversitesi Yayınları.