Popülizm ve Oy Verme Davranışı



Seda Demiralp, Işık Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü



Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin. “Seçmen Ne İster?”podcast serisine hoş geldiniz. Serimize Işık Üniversitesi Öğretim Üyesi Seda Demiralp ile devam ediyoruz. Hoş geldiniz.


Seda Demiralp: Hoş bulduk.


T.E: Bugün sizinle “Popülizm ve Oy Verme Davranışını” ele alacağız. Bildiğiniz gibi son yıllarda hem akademide hem de medyada oldukça yer alan, kimi yazarlara göre de aslında esnekleşen bir kavramdan bahsediyoruz. Literatürde çeşitli farklı tanımları da mevcut. Bu doğrultuda benim ilk sormak istediğim, siz popülizmi nasıl tanımlıyorsunuz?


S.D: Gerçekten de popülizme çok farklı perspektiflerden bakıp farklı şekillerde tanımlamak mümkün. Son 20 yılda popülizm o kadar çok çalışıldı ve farklı açılardan ele alındı ki, böyle bir durum ortaya çıktı. o yüzden kapsamlı bir resim çizebilmek için ben de popülizmi birkaç başlık altında tanımlamayı tercih ederim. Bir ideoloji olarak popülizm, bir liderlik performansı olarak popülizm, bir iletişim şekli olarak popülizm veya bir politik ekonomi alanı olarak popülizmden bahsetmek mümkün. Bir ideoloji olarak popülizmi tanımlamaya çalışacak olursak; Cas Mudde’nin dediği gibi popülizm, aslında “cılız çekirdekli bir ideoloji.”  Yani, örneğin daha solda da görebiliriz popülizmi daha sağda da. Yani ekonomik anlamda, devletin ekonomideki rolü anlamında daha sol veya daha sağ versiyonlarını görebiliriz popülizmin, ama hepsinin ortak olan ayırt edici bazı özellikleri var. Bu da, dünyayı biz ve onlar şeklinde, biz ve ötekiler şeklinde ikiye ayıran bir dünya görüşü. Yani popülist aktöre göre dünyada iyiler ve kötüler vardır, sıradan mazlumlar ve seçkin, ayrıcalıklı elitler vardır. Biz, yani haklı ve hak eden taraf, onlar yani, seçkin vesayetçi, ayrıcalıklı ve tepeden bakan, dışlayan taraf gibi. Burada bize, yani kendine benzettiğine dönük bir aşktan, hatta narsist bir aşktan ve ötekine yönelik de histerik bir şiddetten bahsetmek mümkün. Biz bunu meslektaşım Feyda Sayan'la yaptığımız bir çalışmada narsist aşk- histerik şiddet ikilemi olarak tanımlıyoruz. Buradaki “ötekilerin”, yani şiddet yöneltilen ötekilerin kim olduğuna göre de farklı popülist hareketler ortaya çıkabiliyor. Bunlar bazen finansal elitler olarak tanımlanıyor, bazen dış güçler, ya da Batı olabiliyor.  Avrupa popülistlerine bakarsak, Brüksel'deki bürokratik elitler, bazen göçmenler, bazen feministler, LGBT’ler “öteki” olabiliyor. Yani popülizmde öteki değişir ama bu ötekileştirme, ötekine yönelik abartılı şiddet söylemi değişmez. Popülistlere göre onlar haksız; biz haklıyızdır, tek yumruk olunmalıdır. Gücü, kaynakları, onlardan, ötekilerden alıp kendi aramızda bölüşmeliyizdir. Bu çerçevede popülist lider seçmenine der ki; bana güç ver, arkamda dizil, destekle beni, yetki ver bana, çünkü ancak bu sayede bu mazlum milletin çoktandır hak ettiğini, gerekirse zorla alıp bu geri dağıtabilirim. Yani desteği istenen kitleye vaat edilen hem siyasi haklar, siyasetin başında oturma ve kararlara yön verme hakkı, hem de ekonomik kazanımlar aslında. Bu da bizi bir politik ekonomi alanı olarak popülizm nedir sorusuna götürüyor. Yani kaynak kullanımı ve kaynak bölüşümü ile ilgili karar alma biçimi olarak popülizme. Politik ekonomi çalışanlar, popülizme genellikle bu açıdan bakıyorlar. Onların tanımlarıyla popülizm, daha oyu istenen averaj seçmenin kısa vadeli ekonomik çıkarlarının, toplumun geniş kısmının uzun vadeli çıkarlarına göre öncelendiği, siyasi rıza karşılığı birtakım ekonomik transferlerin gerçekleştirildiği bir siyaset biçimi.  Yüksek asgari ücret zamlarını, düşük faizli kredilerini, bazı mega projeleri veya imar aflarını, bazen özelleştirmeleri bazen kamulaştırmaları sayabiliriz bunların içerisinde. Sağ popülizmden mi sol popülizmden mi söz ettiğimize göre örnekler değişir. Bir de iletişim biçimi olarak popülizmden bahsetmek de mümkün. Burada da, daha çok seçmenle doğrudan, aracısız ve daha seçmen odaklı mesajlarla iletişim kurmayı anlayabiliriz. Sosyal medyanın etkin bir biçimde kullanımı, mitingler, esnaf ziyaretleri, saha gezmeleri, ev ziyaretleri öne çıkar, siyasi partilerin ve diğer aracıların rolü azalır. İletişimin içeriği liderin kendini anlattığı değil de, daha çok seçmenin duygularını seçmene geri yansıttığı mesajlardan oluşur. Bir performans türü olarak popülizm yine çok çalışılan bir alan. Bu da daha popülizmin arz tarafıyla, liderlik özellikleriyle, liderlik performansı ile ilgili. Performans deyince de başta söylem geliyor.  Mesela, popülist lider seçmenine diyor ki; “seninle ben hemvücuduz, yani ben seni temsil etmiyorum; senim ben zaten” diyor. Bunu vurgulayan sinyaller ve semboller de bolca kullanılıyor. Bunlardan biri sıradanlık. Popülist lider giyimiyle, oturup kalkmasıyla, yeme içme biçimiyle sıradanlık sinyali veriyor. Mesela 90’larda liderlerde daha fazla seçkin görünüme çabası, konuşma ve davranış biçimleri görürdük. Halbuki bu son 20 yıllık dönemde sahneye çıkan liderlerden tam tersini görüyoruz. Örneğin Donald Trump'ın sosyal medya paylaşımlarında sıklıkla yaptığı gramer hatalarının bile bu popülist performansın bir parçası olduğunu düşünenler oldu. Veya pek çok erkek popülist liderde gördüğümüz spor, kravatsız giyilen gömlekler, kareli ceketler, sıradanlığın bir performans olarak kullanılmasına örnek olarak sayılabilir. Asi bir imaj da popülist performanslarda sıklıkla gördüğümüz bir şey. Kurulu düzeni bozan, dışarıdan gelen, siyasetin isyankar çocuğu imajı popülist performansta önemli. Ve tabii ki şunu da söylemek lazım, bu performansta bir erillik de var. Yani çoğu zaman bir erkeklik performansından da bahsediyoruz aslında popülist performanstan bahsederken.  Yani görüldüğü gibi popülizm farklı açılardan çalışılıyor ama ortak bir resim de ortaya çıkıyor. Ben de bu resmi çizmeye çalıştım. Umarım olmuştur.


T.E: Çok sağ olun hocam, zaten dört farklı yaklaşımdan bahsettiniz. İdeoloji, liderlik performansı, iletişim biçimi veya politik ekonomi olarak popülizm. Tabii siz bu farklılıklara değinirken popülizmin çekirdek unsurları diyebileceğimiz; işte halk karşısına elitler veya o bizliğin karşısındaki onlar- ötekiler gibi unsurlardan da bahsettiniz. Buradan da devam edelim isterseniz. Peki, popülizm seçmeni, yani oy verme davranışını nasıl etkiliyor? Popülizmin bu konudaki sizce etkisi nedir?


S.D: Popülist siyasetin yükselişinden önceki dönemde, liberalizm, sosyalizm, milliyetçilik gibi klasik ideolojiler veya feminizm, çevrecilik gibi yeni ideolojiler seçmeni nasıl bir dünya istediğine göre oy vermeye yöneltiyordu. Nasıl bir dünya hayaliniz varsa ona göre oy vermeye çağırıyordu sizi bu  ideolojiler. Popülizmde ise oy verme davranışı pek böyle bir vizyon üzerinden şekillenmiyor. Daha yeşil bir toplum mu olalım veya devletin ekonomik sorumlulukları az mı olsun, çok mu olsun, geleneklerin toplumda yeri ne olsun gibi sorular pek sordurmuyor aslında popülizm seçmene, ve seçmeni bunların cevabına göre oy kullanmaya çağırmıyor. O yüzden hatta ideolojik anlamda zayıf çekirdekli  diyoruz popülizm için. Daha yüzeysel, daha pragmatik ve daha basit çıkarımlarla ve büyük ölçüde duygularla oy veriyor burada seçmen. Yani, hayatta iyiler ve kötüler vardır. İyiler bana benzeyenlerdir; kötüler benden farklı olanlar, benim hakkımı alanlar, benim düzenimi bozmaya çalışanlardır. Siyasetin amacı da benim ve benim gibi olanların birleşip buna mâni olmasıdır. Bunun için oy kullanıyoruz. Bunun için hatta, her yol da mubahtır. Neyse ki biz mazlum iyiler çoğunluğuzdur; kötüler azdır. Çoğunluk, yani millet, güç birliği yaparsa, sandığa giderse, sandıkta milli iradeyi gösterirse hak ettiği yaşam biçimine sahip olacaktır.  İşte burada ama tehlike başlıyor. Yani bu noktaya kadar evet, popülizmin demokratik bir tarafı da var. Çoğunluğun tercihlerinin siyaseti yönlendirilmesiyle ilgili kısmı demokratik prensiplerle çelişkili değil. Ama işte çoğunluğun tiranlığı dediğimiz tehlikeye de gidebiliyor bu durum, çünkü seçmene popülist lider seçmene diyor ki: “hizalanın arkamda, bana güç verin, ortadaki pastaya el koyayım, sonra baştan dağıtayım. Sizin payınızı da artırayım. Ama bunun için güç lazım, daha çok güç lazım, tek ses, tek yumruk olmak lazım”. İşte orada bireysel özgürlüklerin erimeye başladığını görüyoruz, eleştirel seslerin marjinalize edildiğini görmeye başlıyoruz, ötekine yönelik nefret ve şiddet görmeye başlıyoruz. Bu şekilde ölçü kaçarsa eğer, burada yürütme çok büyüyor, çok merkezileşmeye başlıyor, yasamaya - yargıya müdahaleler geliyor, medyaya da bir çeki düzen vermek lazım şeklinde medyaya müdahaleler geliyor, çoğunluk isterse her şey olur denmeye başlanıyor ve otoriter pazarlıklar kurulmaya başlanıyor. Yani seçmen birtakım kısa vadeli çıkarlarının veya ihtiyaçlarının karşılanması için bir takım hak ve hürriyetlerin alınmasına rıza vermeye başlıyor. Popülist oy kullanma davranışının, popülist motivasyonun varabileceği  tehlikeli yer bu.


T.E: Bir de aslında sorunun diğer tarafından da devam edebiliriz. Yani popülist parti ve liderlere seçmen neden oy veriyor? Bu anlamda sormak istediğim şöyle, seçmenin tercihi neden popülizmden yana olabiliyor?


S.D: Burada popülist seçmenin duygusunu anlamak lazım. Popülist seçmen genelde bir kayıp duygusu ya da bir kayıp korkusu yaşayan, bu kaybı engelleme ya da geri çevirme motivasyonuyla hareket eden bir seçmen. Şimdi bu duygunun bir altyapısı da yok değil. Yani somut gerçekler de var, mesela 90’ların neo-liberal ekonomik politikalarından ve onların  sonucu olarak zengin - yoksul farkının büyümesinden bahsedebiliriz. Veya daha sonra Arap Baharı sonrası göç dalgalarının Avrupa'da özellikle “kültürel dokumuz mu bozulacak?” gibi kültüre yönelik bir kayıp endişesi yaratmasından veya “devlet yardımlarını göçmenlerle mi paylaşacağız?” gibi sorularla ortaya çıkan refah devleti şovenizmi dediğimiz bir tepkiden bahsedebiliriz. Bu kayıp duygusu yaşayan seçmeni anlayıp, onun motivasyonlarına bakmak lazım.  Bu da ülkeden ülkeye değişebilir. Ama ortak olan bir şey var ki o da şu, popülist lidere, popülist partiye seçmen oy veriyor çünkü o lideri kendinden biri gibi görüyor, bu birincisi.  Çünkü popülist lider ne diyordu “seni temsil etmiyorum ben senim zaten” diyor, “biz biriz, aynıyız seninle” diyordu. Bu 90’ların siyasetine göre farklı bir seçmen-lider ilişkisi.  Örneğin daha önceki dönemlerde, Batı’da hakim olan liberal demokrasi tahayyülünü düşünelim, liberal demokrasi seçmenine “temsil” vaat ediyordu değil mi? Ama bazı kesimler için bu temsiliyet vaadi bir masala dönüştü. Pek çok grup buna tepki verdiler. İlk ve en kuvvetli tepkiyi verenlerden biri de feministlerdi mesela. Liberal demokrasinin temsil vaadi yalan oldu, biz temsil edilmedik çünkü dediler. Yani demem o ki, temsil vaadi yapan ana akım partilerin bu vaadi tutmamalarından yılmış, hayal kırıklığı yaşamış çeşitli ideolojilerle mobilize olmuş gruplar vardı. O kitle zamanla genişledi, ideolojik çekirdeği zayıfladı ve nihayet popülist partilerin seçmen tabanını oluşturdu. O yüzden popülist liderin temsil etme vaadiyle değil, direkt seçmenin ta kendisi olma iddiası cazip geldi, bu seçmene. Daha gerçek ve ikna edici geldi. İkincisi, seçmenin popülist lider veya partilere daha kolay yönelmesinin bir sebebi de popülistlerin duygusal mesajları kullanmakta iyi olmaları ve seçmenin gün geçtikçe duygusal mesajları mantığa dayalı mesajlardan daha kolay satın alır hale gelmiş olması. Yani, yine 2000 öncesiyle veya daha anaakım siyasette karşılaştıracak olursak, geçmiş dönemlerde sahnede daha bir seçkinler siyaseti vardı ve bunların söylemleri daha soyut, daha komplike, daha teknik, daha entelektüel, daha sırtını mantığa dayayan mesajlar içeriyordu. Bunları anlamak daha zor, işlemek, analiz etmek daha zor ve daha zaman alıcıydı. O yüzden bunlara seçmen talebi bugün epey azaldı. Popülist kampanyaların mesajları daha duygu odaklı ve bugün siyasette bunlar seçmeni daha çok çekebiliyor.  Neden duygusal mesajları tercih ediyoruz? Çünkü çabasız alabiliyoruz bunları, fazla düşünüp analiz yapmamıza gerek olmuyor, yani anında etkiliyorlar bizi, eğer başarılı mesaj söz konusuysa. Güçlü ve basit mesajlar bunlar. Mesela Trump'ın “Make America Great Again” yani “Amerika'yı Tekrar Muhteşem Yapacağız” veya AK Parti'nin “Onlar Konuşur AK Parti Yapar”, “Yaparsa AK Parti Yapar” mesajları, “İnandığın Yolda Yürü”, “Bizimki Bir Aşk Hikayesi” gibi mesajları örnek gösterilebilir. Dikkat ederseniz bu mesajlar teknik detaylar veya  entelektüel argumanlar içermiyor. Ya hizmeti öne çıkartıyor, ya inancı, kimliği ortaya çıkartıyor. Bazen de aşkı ortaya çıkartıyor, özellikle Türkiye örneğinde AK Parti’nin  “Bizimki bir aşk hikayesi gibi”  “İlk günkü aşkla” gibi sloganları bunlara örnek olarak sayılabilir. Bir de seçmeni popülist partilere ve liderlere yönlendiren üçüncü faktör olarak, pragmatik faydaları saymak gerek.  Popülistler şunu çok iyi başarıyor. Bir taraftan romantize ediyorlar seçmen ile ilişkilerini, bir taraftan da son derece pragmatik birtakım vaatlerde bulunuyorlar. Yani romantik bir tahayyül söz konusu olsa da sunulan pragmatik faydalar da son derece mühim.  Bunlarla kastettiğim, az önce bahsettiğim  ucuz krediler gibi, yüksek asgari ücret zamları gibi, imar afları veya vergi afları gibi imkanlar. Mahrumiyet duygusu yüksek seçmene böyle pragmatik faydalar sunduğunuzda bunlar uzun vadede sürdürülemez olsa da veya toplumun geneline maliyetli olsa da -ki popülist ekonomik politikaların tipik özelliği bu, çoğu zaman sürdürülemezler, geçici çözümlerdirler ve toplumun geneline maliyetlidirler- seçmen bunlara yine de yöneliyor. Yani, oyu istenen belli bir seçmen grubuna kısa vadeli de olsa bir faydası olan politikalar sunuluyor ve bu politikaların maliyetleri de diğer kesimlere aktarılıyor. Maliyetlerin başka gruplara yüklenmesine çoğu seçmen itiraz etmez, hele mahrumiyet duygusu yüksek seçmen daha da az itiraz eder. İkincisine, yani uzun vadede sürdürülemezlik meselesine gelince averaj seçmen ona da çok aldırış etmez. Uzun vadeli maliyetler biraz eğitimle, teknik bilgiyle anlaşılabilen boyutlar çünkü. O yüzden averaj seçmenin bunları tahmin etmesi, bunları değerlendirerek karar vermesi zordur. Yani mesela faizleri olması gerektiğinden fazla düşürdüğünüzde bunun uzun vadeli enflasyonist etkileri olur ama bunu yani bu yüzden uzun vadede enflasyonun yükseleceğini seçmen analiz edemeyebilir.  O yüzden kısa vadede birdenbire krediler ucuzlayınca bu cazip gelir.  Sonra uzun vadede enflasyon hakikaten artınca da bunu geçmişteki faiz indirmelerine bağlamaz çoğu zaman. O yüzden popülistlerin bu tür pragmatik politikalarına seçmenden talep oluyor. Ben zaman zaman şöyle diyorum, popülistlerden alınacak dersler var aslında. Bunu derken de şunu kastediyorum, yoksulluğu, yoksul seçmenin ihtiyaçlarını siyasetin merkezine koymak popülistlerin herhalde en büyük başarılarından oldu. Ben diğer partilerin de bunu yapması gerektiğini düşünüyorum ama daha sürdürülebilir politikalarla yapılmalı bu. Gerçek bir yoksullukla mücadele olmalı bu politikaların hedefi, yoksulluğu yönetmekten ibaret olmamalı, veya kısa vadeli ve ancak küçük bir grubun faydasına yönelik politikalar değil, sürdürülebilir ve toplumun geniş kesimlerinin faydasına olacak politikalar olmalı. Ve ekonomik destekler daha hak temelli biçimde sunulmalı, popülist siyasetteki gibi hediye gibi dağıtılmamalı.  Neyse bu da bir parantez olmuş olsun, parantezi kapatalım. Özetle bu saydığımız üç sebepten seçmen popülist partilere ve liderlere yöneliyor, oy veriyor diyebiliriz.


T.E: Sizin faydalarla birlikte önemli bir vurgunuz oldu, o da duygular ve sizin de söylediğiniz  biraz benim de bu şekilde düşündüğüm, hem pozitif duyguların hem de negatif duyguların bir şekilde karşılıklı popülist liderlerde gelmesi, yani kayıp korkusundan bahsettiniz. Kültürel yönelikte ya da ekonomik temelli korku var ve bu tür duygulara başvuran liderler ile bir özdeşleşme olduğunu söylüyorsunuz. Yani o bizi anlayan lider vurgusu öne çıkıyor, bu daha ikna edici sizin söylediğiniz. Bu da beraberinde umut gibi ya da sevgi, umut gibi duyguları da getiriyor, işte kurtarıcı lider, bizi anlayan lider, bizden biri gibi. Bir yerde de şeyden bahsettiniz hocam, yoksulluğu öne çıkarmaları aslında ders alınması gereken konulardan biri. Bu da bana şunu söylemeyi mümkün kılıyor, önümüzdeki seçimler kritik bir dönem. Yani çeşitli krizleri birlikte yaşadık ve bunlardan biri ekonomik kriz ve 6 Şubat'ta gerçekleşen deprem gibi çok farklı bir bağlamla seçimlere gideceğiz. Dolayısıyla önümüzdeki seçimlerde popülizmin veya nasıl bir popülizmin seçmeni nasıl etkilemesini bekliyorsunuz?


S.D: Gerçekten de yaşadığımız ağır deprem travması tabii siyasi gündemi de çok radikal biçimde etkileyen bir dış şok oldu. Yani bana bu soruyu depremden önce sormuş olsaydınız, o zamana kadar olan süreci değerlendirerek derdim ki; içinde bulunduğumuz seçim sürecinde popülist kampanyalar oldukça etkin ilerliyor ve ilerlemeye devam edecek gibi de görünüyor. En başta da seçim ekonomisi enstrümanlarından söz ederdim. Asgari ücret zamları, ucuz krediler, erken emeklilik, EYT gibi, çeşitli memuriyetlerin dağıtılması gibi. İkincisi de kimlik ve duygu temelli siyaset. İlaveten kimlik ve duygu siyaseti alanından örneklerden söz ederdim. Örneğin, başörtüsü konusunun tekrar siyasete taşınması, siyasallaştırılması, aileyi korumanın buna eklenmesi, yani tekrar birtakım kimlik temelli anksiyetelerin yaratılması ve siyasallaştırılması sayılabilirdi. Ve şunu da derdim muhalefet de bu defa popülistlerden bazı dersler almış görünüyor. Yoksulluğu, yoksulları gündeminde geçmişe göre daha üst sıralara koymuş görünüyor. Az önce belirttiğim gibi ben diğer partilerin bazı konularda popülistlerden ders alması gerektiğini düşünüyorum çünkü yani popülizm de baştan aşağıya olumsuz  değil, daha iyi ve daha kötü huylu versiyonları var. O yüzden mesela diğer partilerin de yoksulluk konusunu merkeze koymaya başladığını görmek bana göre olumlu, ama bu işi popülistlere göre daha iyi, daha düzgün, daha sürdürülebilir politikalarla yapmak, yoksullukla mücadeleyi daha hak temelli,  uzun vadede daha düşük maliyetli politikalarla çözmek için uğraşmak gerek. Bu anlamda yani muhalefeti eksik gördüğüm konu şu, muhalefetin bazı adımları ya da bazı söylemleri biraz popülizm yarışında kaybolmak gibi geliyor bana. Yani mesela asgari ücret konusunda asıl söylenmesi gerekeni söylemediklerini düşünüyorum. Asgari ücret konusu sadece ne kadar zam yapılması gerektiği çerçevesinde konuşuluyor ve bu çok bana epeyce sığ, yetersiz, çok kısa vadeli ve uzun vadede emekçi kesim için başka maliyetleri olan bir yaklaşım, ve tam da bu yüzden çok popülist. Yani bu çok önemli bir konu ama problem yoksulluk ve yoksullukla mücadele, enflasyonla mücadele olmalı. O yüzden asgari ücret zammı tek başına ne enflasyonla mücadelenin yerine geçebilir, ne de yoksullukla mücadelenin yerine geçebilir. Yani en basitinden, enflasyonu düşürmediğiniz müddetçe, asgari ücreti istediğiniz artırırsınız hemen arkasından enflasyon da ona oranlarda artarsa, o zam aynı hızla eriyecektir, hiçbir anlamı kalmayacaktır. O yüzden hep kısa vadeli diyoruz popülist politikalardan bahsederken, hele bu örnekte aşırı kısa bir vade söz konusu. Asıl üzerinde durulması gereken sorun enflasyon, ya da asgari ücretli sayısının aşırı derecede artmış olması. Ama “sen asgari ücrete bu kadar mı zam vaad ediyorsun? Al, ben daha fazlasını vadediyorum!” demekten öteye pek gidemedi siyasi partilerin konuyu politize ediş biçimi. Bu da biraz popülizm yarışı gibi geliyor bana. EYT keza öyle, yani erken emekliliği savunabilirsiniz tabii ki ama bunun daha kapsayıcı daha adil yolları düşünülebilir. Toplumun geri kalanının da kapsanacağı sürdürülebilir yolları düşünülebilir. Buralara gidilmemiş olması ve biraz sığ kalmış olması bana o açıdan iktidar ve muhalefet partilerinin popülizmle mesafelerini yaklaştırdı gibi geliyor. Şimdi ama deprem, tabii gündemimizi değiştirdi, değiştirecek. Öte yandan popülizm de birden hayatımızdan silinmeyeceği için depremi nasıl konuştuğumuz ve konuşacağımız da önümüzdeki günlerde muhtemelen bu popülist çerçeveden etkilenecek. Yani iktidarın, son yıllarda popülist siyasetin pek çok özelliğini sergilemiş olduğunu düşünecek olursak, deprem konusunu da yine popülizm ile uyumlu bir çizgide politize edeceğini düşünmek mümkün.  Bu çerçevede, mesela iktidarın deprem sonrası içinde bulunduğumuz atmosferi bir konsensüs krizi olarak tanımlayacağını bekleyebiliriz. Milli birliğin sağlanması gerektiğinin altını çizeceğini bekleyebiliriz. Hükümetin deprem performansı ile ilgili eleştirel seslerin marjinalize edileceğini bekleyebiliriz. İktidar toplumsal birliğin kendi üzerinden sağlanmasını isteyecek, mesela depremzedelerin kendi aralarında bir kollektivite oluşturmasını veya sivil toplum kuruluşlarının, bağımsız yardım ve kurtarma ekiplerinin  devletten ayrı faaliyet göstermesini pek istemeyecektir ki, istemiyor da zaten. Çünkü popülist tahayyülden bakarsak, depremzedeler -ve tüm diğer vatandaşlar-  tekil öznelerdir, onları birleştirip tek vücut yapan siyasi liderdir. Yani siyasi lider hem onları birleştirir hem onların birleşimidir. Liderden ayrı ya da ona karşı bir toplumsal birlik söz konusu değildir. E şu günlerde tam da bu tür bir siyasi söylem görüyoruz bence.  Yine popülizmle uyumlu biçimde, yürütme erki çevresinde bir merkezileşme için de deprem bir meşru sebep olarak gösterilebilir. “Gün birlik günüdür, zorlu engeller ancak güçlü iradeyle aşılır” şeklinde bir söylem bekleyebiliriz. Teknik konuların, teknik ihmallerin konuşulması muhtemelen istenmeyecektir. Örneğin, İmar Kanunu’nun seneler boyu değiştirile değiştirile, esnetile esnetile birtakım suiistimallere açık hale gelmesi; Kamu İhale Kanunu’nun aynı şekilde defalarca değiştirile değiştirile denetleme gücünü yitirmesi, bunların konuşulması istenmeyecektir. Afete verilen tepkideki eksiklikler konuşulsun istenmeyecektir. Bunlar nasıl engellenebilir? Örneğin duygu siyaseti, bilhassa mucize ve kahramanlık söylemleri uygun enstrümanlar olacaktır. Az önce popülizm bir taraftan duygu siyasetini bir taraftan pragmatik faydaları, ekonomik transferleri birlikte kullanır demiştik. Nitekim depremin ilk haftasından itibaren nakit transferlerinden, bir yıl içerisinde inşaatların tamamlanmasından bahsediliyor. Bu yardımlarla ilgili kullanılan söylemsel çerçevede odak noktası depremzedelerin vatandaşlık hakları değil de iktidarın cömertliği olduğu ölçüde, popülist siyasetten  daha çok söz edebiliriz. O yüzden deprem gündemimizi tabii değiştirdi ama popülizmin bir anda ortadan kaybolacağını düşünmüyorsak o zaman deprem konusunun da, en azından bir ölçüde popülist bir formda siyasallaşacağını bekleyebiliriz.


T.E: Seda Hocam, aydınlatıcı ve oldukça keyifli sohbetiniz için çok teşekkür ederiz. Değerli vaktiniz için de çok teşekkür ederiz.


S.D: Ben teşekkür ederim.


T.E: “Seçmen ne ister?“ serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Tartışmalarımıza konuklarımızla devam edeceğiz. Herkese iyi günler dilerim.



Meraklısına Önerilen Okumalar: 

Kaltwasser, C.R., Taggart, P., Paulina,  Espejo, O. & Ostiguy, P. (2017). The Oxford Handbook of Populism, Oxford: Oxford University Press.

Laclau, E. (2018). On Populist Reason. London & New York: Verso Books.

Moffitt, B. (2016), Global Rise of Populism. Stanford: Stanford University Press.

Mudde, C. & Kaltwasser, C.R. (2017). Populism: A Very Short Introduction, Oxford: Oxford University.