Seçim Sistemleri




Hasret Dikici Bilgin, İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü


Tuğçe Erçetin: Merhaba, ben Tuğçe Erçetin. “Seçmen Ne İster?“ podcast serisine hoş geldiniz. Serimize İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Hasret Dikici Bilgin ile devam ediyoruz. Hocam, hoş geldiniz.

Hasret Dikici: Hoş bulduk Tuğçe Hocam, merhabalar.

T.E: Hocam, bildiğiniz gibi bugün sizinle seçim sistemlerini ele alacağız, isterseniz öncelikle “seçim sistemleri nelerdir” sorusuyla başlayalım.

H.B: Seçim sistemleri aslında iki ana formülden üretilen, yurttaşların verdiği oyların meclisteki milletvekili dağılımına dönüşmesini sağlayan, o hesabı yapmaya sağlayan sistemler; işte ya çoğunluk esasına dayalı sistemlerdir ya da nispi temsil esasına dayalı sistemlerdir. Bunların kaynağı, formülleri de olabilir. Meclisteki sandalyelerin bir kısmının çoğunluk esasına dayalı, bir kısmının nispi temsille, usulüne göre seçilmesi şeklinde ama burada esas olan şey şudur; yüz seçmenler bunun otuzu bir partiye oy vermiş, yetmişi bir partiye oy vermişse otuz tane milletvekili o partinin, yetmiş tane milletvekili o partinin şeklinde değil de yönetsel kaygıları da dikkate alarak ağırlıklandırılan bir sandalye dağılımı yapılmasını sağlayan sistemler.

T.E: Hocam, peki şimdi siz farklı seçim sistemlerinden bahsettiniz. Çoğunluk - nispi temsil gibi ve bunlara farklı esasları olduğunu da vurguladınız. Peki, farklı seçim sistemleri seçmenin oy verme davranışını etkiliyor mu? Eğer etkiliyorsa nasıl etkiliyor?

H.B: Etkiliyor. Çünkü seçmene oy verirken her zaman sadece ideolojik tercihleriyle oy vermiyor. İdeolojik tercihlerin yanı sıra “ya acaba benim aday vermek istediğim kişinin kazanma şansı ne kadar” veya o kişinin bağlı olduğu partinin hükümete ortak olma ihtimali ne kadar veya hükümet olma ihtimali ne kadar gibi birtakım stratejik değerlendirmeler de yapıyor veya şunu da düşünüyor; mesela ben öyle bir şekilde oy vermeliyim ki benim zaten en çok istediğim aday seçilemez, benim en istemediğim en seçilmesini istemediğim kişinin seçilmesini engelleyecek şekilde oy vereyim. Şimdi bu stratejik kararlar, sizin eğer seçim sisteminiz çoğunluk esasına dayalı bir seçim sistemi ise yani dar seçim bölgelerinde her bir siyasi partinin birer aday gösterdiği ve o dar seçim bölgesinin mecliste sadece bir temsilcisi olduğu bir sistem ise burada çok riski yüksek bir durum var. Yani ben ya temsil edileceğim seçmen olarak veya hiçbir şekilde temsil edebilme ihtimalim yok. Yani bir temsiliyet paylaşımı olmayacak demek. Dolayısıyla ben şuna karar vermek zorundayım. Ben kendi istediğim adaya oy veriyorum. Evet, ama o adayın gerçekten birinci gelip de temsiliyeti kazanma şansı var mı? Yoksa acaba birinci gelme ihtimali olan bir başkasına mı oy vereyim ki istemediğim kişi beni temsil etmesin. Özellikle kutuplaşmış toplumlarda bu çok ciddi bir karar. Ama mesela temsil nispi temsil esasına dayalı bir seçim sistemi varsa o zaman biraz daha gönül rahatlığıyla oy verebilirsiniz çünkü her yerin temsilini tek bir kişi yapmıyor, yapmaz. Örneğin o ilin on üç milletvekili var geniş bölgeler bunlar birden fazla temsilcisi olan bölgeler, evet, A partisinin de milletvekili olacak B’nin de dolayısıyla benim seçilme ihtimalim yüksek. O nedenle biraz daha az stratejik davranarak hareket edebilirim.

T.E: Peki hocam, kutuplaşmış toplumlar da dediniz. Belki Türkiye'yi de biraz bu çerçeveden düşünebiliriz. Bir yandan da tabii kritik bir seçim dönemine giriyoruz. Çok fazla gündemi, sorunu da beraberinde götüren bir seçim dönemi olacak. Bu önümüzdeki dönemde nasıl bir seçim sistemi Türkiye'de uygulanacak ve tabii bu seçim sisteminin ve Türkiye'nin şu anda beraberinde getirdiği sorunları da düşünürsek, etkileri neler olacak?

H.B: Şimdi ondan önce şöyle bir şey söyleyeyim, yani seçim sistemi bir ülke için neden önemlidir? Bir ülkenin siyasal sisteminin ve diğer kurumlarının işleyişi bakımından neden önemlidir? Önce onu bir söyleyeyim de sonra bu yeni sistemin nasıl etkisi olacağını anlatayım. Şimdi teknik bir ayrıntı gibi görünür seçim sistemi. İşte d’hondt formülü var. Baraj şu kadar, yani bir matematik problemi gibi görünür ve çoğu insan bunu bir teknik ayrıntı olarak o beni ilgilendiren şey değil diye düşünür ama sadece büyük ana hatlarını bilir, nispi ana temsil çoğunluk esasına dayalı vesaire. Ama aslında bir ülkenin sosyolojik ve politik yapısıyla, yani halkın içerisinde bir kutuplaşma var mı? Derin yarılmalar, derin fikir ayrılıkları var mı? mesela etnik farklılıklar gibi veya bir takım kültürel üst yapısal öğelerin din gibi kamusal alandaki görünürlüğü üzerine bir fikir ayrılığı ne kadar derin, din-siyaset ilişkisi örneğin, bunları düşündüğümüzde eğer derin yarılmalarınız varsa heterojen bir toplumsanız aslında nispi temsile dayalı bir seçim sistemi birtakım sorunların büyümesini engelleyebilir. Hiçbir sistem insanlardan bağımsız olarak mucizeler yaratmaz ama sorunları büyütebilirsiniz, daha kötü hale getirebilirsiniz. Eğer temsiliyet fırsatı verirseniz farklı gruplara aynı sistemin içerisinde kalarak işi parlamenter zeminde çözmeye çalışabilirler. Yoksa o farklılaşma, o kutuplaşma orada olduğu sürece demek ki bunun siyasileşmesi de olacak. Siz istediğiniz kadar seçim sistemi yoluyla dışarıda tutmaya çalışın, o siyaset kendini sokakta, fabrikada her yerde gösterecek ve bazen şiddetle gösterecek. 

Şimdi, Türkiye'nin seçim sistemi önceden kendisine uygun muydu? Yani toplumsal gerçeklerine, siyasi gerilimlerine yanıt verecek, bu gerilimleri düşürebilecek bir seçim sistemi miydi geçen yıl 31 Mart'tan önceki halinde, hayır değildi ama yani ne sorunu vardı; %10 barajı gerçekten çok yüksek bir baraj. D’hondt sandalye formülü kullanıldığı için büyük partiler çok kayrılıyor. Bunlar sorun evet ama öte yandan bu sistemin şöyle bir güzelliği de var; Türkiye gibi bu kadar farklılaşan, bu kadar ayrı siyasi ve toplumsal yarılmaları olan bir ülkede nispi temsil doğru tercihtir. Buradaki sorun, nispi temsil sistemi, başkanlık sistemiyle iyi çalışmaz çünkü başkanlık sisteminde bir kişi doğrudan halk tarafından seçilip tek başına hükümet kurar, kurduğu hükümet için güvenoyu almak zorunda değildir parlamentodan. Yani çok güçlü bir hükümet - iktidar vardır ama bunun karşısına eğer siz bir başkanlık sisteminde nispi temsille milletvekili seçimlerini yaparsanız bu şu demek olur, evet, bir yandan bütün farklılıklar mecliste temsil edilecek ama muhalefet de yeknesak haldeki iktidarın karşısında parçalı durumda olacak. Yani buradaki sorun aslında %10 barajının dışında nispi temsille alakalı bir sorun değil. Türkiye'nin 2017’de geçtiği hükümet sistemiyle alakalı bir sorun. Yani nispi temsili Türkiye için değiştirmemeliyiz ama başkanlık sisteminin değişmesi lazım çünkü bunlar birbirleriyle uyumlu hareket edebilen sistemler değil. Bir siyasal sistemin iyi işleyebilmesi için kurumlarının, sistemlerinin, iç siyasi kurumlarının birbirleriyle uyumlu olması gerekir. Şimdi, bu durum daha da sıkıntılı bir hale geldi çünkü şu anda bu Türkiye gerçeği, evet kutuplaşmış bir toplum, ciddi ekonomik, siyasi krizlere olan bir toplum, bir de başkanlığa geçmiş bir toplum nispi temsili kaldırırsanız bu sefer toplumun çok büyük bir kısmı temsil edilmeyecek mecliste ama bu şekilde muhalefet bölük olduğu için, bölünmüş durumda olacağı için mecliste iktidarı durdurması, iktidar üzerinde bir kontrol ve denge mekanizması oluşturması çok zor olacak. Şimdi yeni 31 Mart’ta değişen seçim kanunuyla bu daha da zor hale getirilmiş oldu. Yani kötü bir şey iyi yapılmadı veya iyi bir şey kötü olmadı. Zaten çok ciddi sorunları olan bir durum otoriterleşme eğilimlerine katkıda bulunabilecek bir şekilde değişti. Şimdi ne değişti yeni seçim kanununda? Ana hatlar değişmedi ama bir olumlu şey var; %10 barajı %7’ye düşürüldü. Şimdi %7, %10‘a göre evet, daha düşük bir baraj temsiliyet bakımından bu olumlu bir şey ama Türkiye gibi bir ülkede %7 de çok yüksek. Neden %7 neden %5 değil? Şu anda bildiğimiz demokratik ülkelerde arasında %5’in üzerinde yok çünkü bunun bir mantığı var. Yani ne olursa olsun nüfusunuz ne kadar kalabalık olursa olsun %5 üzerinde bir baraj koyduğunuzda belli bir grubu açıktan dışlıyorsunuz anlamına gelir. Tamam, %10’a göre %7 yine de iyi diyelim, o zaman neden sıkıntılı olduğunu söylüyorum. İttifakla hareket edilmesine zarar veren bir sistem bu, başkanlık zaten başkanın ait olduğu siyasi partiyi iktidardayken çok güçlendiriyor, bir arada ve güçlü karşı koyulması zor bir güç haline getiriyor. Bunu demokratik olarak işletebilmek için sizin güçlü bir meclis muhalefetine ihtiyacınız var, toplumsal muhalefetin yanı sıra. Güçlü meclis muhalefeti için de muhalefetin ittifak yapmasının önünü açmanız lazım. Kontrol ve denge mekanizmalarını arttırmanız lazım. Türkiye'de zaten 2017’de gelen başkanlık sisteminde kontrol ve denge mekanizması diye bir şey bırakılmamış durumda. Şu anda dolayısıyla tek umudumuz muhalefetin bir arada hareket ederek birtakım sınırlamalar getirebilmes, iktidar politikalarına karşı ama şimdi yeni yasa diyor ki, 3 yıl önce getirilen ittifak kanununa, ittifak sistemine bozacak şekilde artık ittifak üyesi olmaktan gelen milletvekili, artık oylarda edilen milletvekili ihtimali olmayacak diyor. Şimdi bu ne demek? Evet, yine eğer partiler ittifak içerisinde seçime giriyorlarsa ittifakın büyük partisi veya bütün bir ittifak olarak %7’yi geçerlerse tıpkı 2018 sistemindeki gibi hepsi meclise girme hakkına sahip olacak ama önceden ittifak sistemi şuna da izin veriyordu. Şimdi oylar sayıldıktan sonra, önce oylar ittifaklara dağıtılıyordu, o oylara göre her ittifakın kaç milletvekili alacağı belli oluyordu, sonra ittifakın içerisinde üye olan partiler o milletvekilliklerine kendi oy oranlarına göre paylaşıyorlardı. Oldukça orantılı ve mantıklı bir yanı vardı bunun ama bu tabii muhalefeti de daha fazla olana muhalefete olanaklar sunan bir şeydi. Şimdi bu yenisinde öyle olmayacak. Evet, meclise girebileceksiniz küçük bir parti olarak ama ne kadar oyunuz varsa o kadar milletvekili alabileceksiniz. Yani bu şunu diyor; küçük partilerin büyüme şansı olmasın ve küçük partiler aslında şey sinyalini vermiş oluyor; benim tarafımda ittifaka girmiyorsanız zaten muhalefet tarafında ittifaka girmenin de öyle çok da bir artısı olmayacak ve kurumsal şeyin yanında muhalefeti şuna şununla sınıyor; ya bir araya gelecekseniz tek bir parti gibi hareket edeceksiniz baltalarınızı gömüp veya zayıf ve bölünmüş olacaksınız diyor. Bu sistemin en büyük sorunu bu.

T.E: Peki, siz bütün bu sorunları ve aslında bir tane olumlu bir durum söylediniz özellikle seçim barajı özelinde, nasıl bir bunun karşılığı olabileceğini düşünüyorsunuz yeni dönemde? Özellikle bu seçim sürecini düşündüğümüz zaman, seçim sistemini düşündüğünüz zaman, bütün temsiliyet avantajlarını veya sınırlılıklarını birlikte ele aldığımızda bunun nasıl bir yansıması olacak? Belki biraz daha bu seçim sürecinin de ötesine düşünürsek bunun yeniden bir formüle edilme, düzeltilme çözümü nasıl olabilir sizce?

H.B: Tuğçe Hocam, şimdi bu görüşmeyi depremlerden önce, yani 6 Şubat'tan önce yapsaydık o zaman size vereceğim yanıt farklı olurdu. Neden? Sistem mi değişti 6 Şubat’tan bu yana, hayır, dediğim gibi bu sistem muğlaklaştırdı, ittifak sistemi önüne yapılan değişiklik durumu muğlaklaştırdı. Bu ne demek? Biz partilerin oy oranlarını aşağı yukarı biliyoruz ama artık o sistemde, artık oydan milletvekilliği elde etmek gibi bir şey olmadığı için eğer muhalefet kazanmak istiyorsa sürekli birbirine taviz vermek zorunda ve o tavizi verebilecek mi? Yani o siyasi hırsını bir kenara bırakabilecek mi? Farklılıklarını bir kenara bırakabilecek mi? Tamamıyla anlık siyasi ilişkiler, anlık gerilimler, anlık öncelikler üzerinden inşa edilecek bir şey olduğu için 6 Şubat’tan önce olsaydı şunu derdim; birtakım simülasyonlar da yapıldı çünkü siz de görmüşsünüzdür. Yeni sistemle beraber Cumhur İttifakı’nın oy oranı 310’nun da üzerine çıkabiliyor. Yani meclisin yarısını rahatlıkla ellerinde tutabiliyorlar muhalefet tek parti gibi davranmadığı sürece ve bunun muhalefete çok büyük bir darbe olacağını söylerdim. Evet, hala muhalefete bir darbe olacak. Önceki ittifak sistemi geçerli olsaydı muhalefet daha kazançlı çıkardı ve daha orantılı bir temsiliyet olurdu mecliste ama sanırım depremden sonraki siyasi güzergâh artık farklı bir güzergâh. Yani burada siyasi farklılıklarını bırakıp tek bir parti gibi hareket edemeyen, kendi çıkarlarını öne çıkaran küçük partiler artık seçmen tarafından cezalandırılır çünkü bir ay öncesinden çok farklı bir yerdeyiz artık. Önceliklerimiz işte şu sözleşme, İstanbul Sözleşmesi yeniden yürürlüğe koyulacak mı gibi çok önemli şeylerin ötesinde bir gün canımızı kurtarabilecek miyiz, bir gün zorda kaldığımızda devlet gelebilecek mi, çadırımız olacak mı, gelen yardımlara ulaşabilecek miyiz?gibi bir şey yani Maslow’un ihtiyaç piramidinde çok aşağıda bir yerde düşünmeye başladık.

T.E: Sevgili Hasret Hocam, bir yandan düşündürücü, bir yandan da oldukça aydınlatıcı sohbetiniz için çok teşekkür ederiz.

H.B: Ben teşekkür ederim Tuğçe Hocam, görüşmek üzere.

T.E: “Seçmen Ne İster?“ serimizin bu bölümünü sonlandırıyoruz. Yeni konuklarımızla tartışmalarımıza devam edeceğiz, herkesi iyi günler dilerim.


Meraklısına Önerilen Okumalar: 

Dikici Bilgin, H. 2022.  “Seçimler ve seçim sistemleri”, içinde Karşılaştırmalı siyaset: Temel konular ve yaklaşımlar, S. Sayarı ve H. Dikici Bilgin (der.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 6. Baskı, ss. 145-168.


Herron, E. S.Robert P., & Matthew S.S. (2018). The Oxford handbook of electoral systems. Oxford: Oxford University

Press.


Norris, P. (2004). Electoral engineering: Voting rules and political behavior. Cambridge: Cambridge University Press.